Paylaş
Bu bir Satürn dönüş hikayesidir.
Hikâyenin adı “Ayten”
Bir adam vardı…
Bu adam hem baba hem eş hem damat hem enişte hem dayı hem de amca olma mertebelerini dünya üzerinde hak kazanmış bir adamdı…
Bu adam Ayten’inin ise kocasıydı.
Bu mertebeler içinde en ortak kesişim noktası “huysuz ve mutsuz” oluşuydu…
İnsanları mutsuz ettiği zaman mutlu olduğunu düşünen bir adam hayal edin.
Dışarıda fakirleri yediren içiren, babasız çocukların tüm masraflarını ödeyen ve onları giydiren gizli bir yönü olan ve bunu kimseye bahsetmeyen bir adam hayal edin. Ama içerde kendi ihtiras ve tutkuları ile aile yaşamını mahveden bir adam…
Böyle bir adam karısını hiç mutlu etmiş olabilir miydi?
Hikâye sonunda siz karar verin.
Mutluluğun despotluk, otorite ve kendi sözünün geçmesi olarak gören bu adam,
Karısının ailesiyle olmasından kıskançlık duyardı ve korkardı. Karısının mutlu olup şımaracağını düşünürdü…Ayten ne kadar güçsüz olursa, ona o kadar bağlı kalacaktı.
Hayatta tek tutunması gereken kişinin o olması lazımdı. Ayten’e bunları yaşatırken hiç canı acımazdı.
37 Yıllık evlilikleri içinde eşinin annesi ve babası üç günden fazla bile evlerinde kalmadı.
Üç günden sonra evde birtakım sorunlar ve gerginlikler yaratırdı bizim damat bey.
Kim kızının kapılar ardında hırpalandığını görmek ister ki de mi?
Bu üzgün anne baba pılını pırtını toplayıp bir bahaneye tutunup hemen yola koyulur memleketlerine dönerlerdi.
Kızlarının yuvalarının onlar yüzünden bozulmasını istemezlerdi?
Bir daha da gelmemeye yemin ederlerdi…
Yıl 2000, Ayten 6 yıldır görmediği annesini çok görmek istemiş. Bir planın peşine düşmüş. Ne olurda kocasını ikna ederdi diye?
Ayten’in annesi, bir de tayini çıkan abisinin oğluna 4 yıldır bakıyormuş. Çocuğun sömestr tatiline denk gelen kısmında kocasına sormuş ve hem yeğenine hem çocuklarına değişiklik olması adına davet etmek istemiş. Kocası çok içten bir şekilde “Tabi çok oldu anneni görmeyeli, yeğenini de alsın gelsin, çocuklara da değişiklik olur sömestr tatilinde” demiş.
Ayten sevinçten o gece içi içine sığmamış. Çocuklarına haber vermiş. Çocuklar sevinmiş. Sabah olunca memleketini aramak için dışarı jetonlu telefon bulmaya çıkmış. Hemen annesini aramış. Çünkü evde eşi dış hat aramalara telefonu kapattırmış. Çok konuşur ve akıl alır diye.
Ayten sevinçli bir şekilde annesine davetini söylemiş. Annesi cevap olarak “kızım biliyorsun yeğenin Ali’ye bakıyorum. Annesi babası çocuğun görevde. Onu bırakamam demiş”
Ayten yine büyük bir sevinçle:
“Hayır anne, Ali’yi bırakmayacağını biliyoruz. Birlikte davet ediyoruz” demiş
Anne sessiz bir şekilde: “Emin misin kızım? Damat beyi rahatsız etmeyiz dimi diye” sormuş…
Ayten kafasında inanmak istediği veya hayal ettiği dünyası ile “hayır anne, damadınız davet etti hem onun fikriydi diye cesaretlendirmiş” sonuçta kendi çıkamıyor ve annesiyle içeceği bir kahveye hasret…
Her yol ise mubah, öyle değil mi?
Neyse ertesi gün, Ayten’in yeğeni Ali ve Annesi yola çıkmışlar…
Otogardan damat bey tarafından karşılanmışlar.
Muhteşem bir mutlulukla o akşam kurulan harika sofraya oturulmuş.
Çocuklarla oyuncaklar serilmiş, herkes çok güzel eğleniyormuş. Hatta damat bey çocuğa hediye almış ve güzel bir akşam geçirmişler. Ertesi sabah kahvaltıya oturulmuş.
Aytenlerin evinde uzun zamandır besledikleri muhabbet kuşları varmış.
Küçük Yeğen Ali bu kuştan çok korkuyormuş.
Ayten’in annesi rica etmiş: “Kuşu odaya koyamaz mıyız” …
Ayten kuşu hemen odaya koymuş.
Damat bir müddet sonra kuşun neden odada olduğunu sorunca Ali’nin korktuğunu söylemişler. Otoritesinin sarsıldığını düşünen ve hakimiyeti kayınvalidesinin aldığını değerlendiren ısrarcı damat, kuşu getirip Ali’nin korkmaması gereken bir şey olduğunu anlatıp ona zorla tutturmaya çalışmaya başlamış.
Ali çok ağlamaya ve koltuğun altına saklanmaya çalışınca evde küçük bir kaos yaşanmaya başlamış. Damat iyice sinirlenmiş ve Ali’ye sesini yükseltmiş. Ayten’e dönüp kuşun salonda kalacağının emrini vermiş. Anne doğal olarak mahcup olup bu saygısızlığı da sindirmeye çalışmış. Ama ortam bozulmasın diye idare etmeye çalışmış. Damat işe gidince onlar bir şekilde durumu idare etmişler. Akşam eve gelen damat kuşun orada olmadığını anlamış ve kuşu kafesten çıkartarak kuşun sıkıldığını söylemiş.
Kuş evde uçtukça, Ali ağlayıp titremeye başlıyormuş. Ayten ve annesi çocuğu odaya götürüyor ve bilinçsizce uçan kuşun nereye gideceğini kestirerek çocuğa göstermeden oraya çocuğu taşımaya başlamışlar. Anne durumu anlamış. Evin içinde Ali, sürekli babaannesin kucağından ve sırtından inmeden geziyormuş. Sonuçta yaşlı kadın yorulmuş. En son fikir olarak rica etmiş damadına…
Ne olur oğlum biz yarın gideriz. Yarın gezer kuş demiş.
Damat bir kuştan çocuk korkarsa ondan bir şey olmaz diye keskin bir laf söylemiş.
Sonra sözlerine devam etmiş: “Gidecek misiniz?” diye sormuş.
Evet demiş anne…
Tamam demiş, damat…
Koymuş kuşu kafese…
Anne anlamış…Yol göründü…
Peki Ayten’e nasıl söyleyeceğim?
Annesi babası gelecek oğlanın görmeye demiş, Ayten’e…
Hemen biletleri almış, ertesi güne.
Hiç bilmediği İstanbul otogarına yaşlı kadıncağız valizi ve huzursuz ağlayan Ali ile yola çıkmış.
Ayten çok üzülmüş…
Anne, elinde valiz ile karşıdan karşıya geçerken gözleri dolu dolu arkasını dönüp balkondaki ağlamaklı gözlerle bakan Ayten’e el sallamış.
Ayten ayrı ağlamış, anne ayrı ağlamış…
Ama hiçbir zaman birlikte ağlamamışlar…Çünkü başka türlü dayanmazlarmış.*
Yıllar yılları kovalamış, döngüler dönmüş, yapraklar sararmış, yeni baharlar açmış, olmaz denilenler olmuş…
Fil hafızalı evren ama her şeyi kaydetmiş.
Ayten’in annesinin aslan gibi yetiştirdiği yeğen Ali, Tıp Fakültesinden mezun olmuş. Bu zamanlar içinde Ayten annesini bir kanser hastalığından kaybetmiş. Bizim kuştan korkan Ali birçok hastanın hayatını kurtarıyormuş.
Uzmanlığını kalp hastalıkları üzerine yapmış ve İstanbul da bir hastanede göreve başlamış. Günlerden bir gün damat bey aniden tansiyonu yükseliyor.
Ayten hemen panikle ambulansı ve çocuklarını arıyor. İlk müdahale edilmesi için hastaneye kaldırılıyor. Anjiyo olmasına karar veriliyor…
Durumu tüm aile duyuyor ve hastaneye ilk gelen doktor Ali oluyor.
Hemen meslektaşlarıyla görüşüp olayı anlıyor ve halasından önce odaya girip eniştesine merhaba diyor.
Enişte, yani bizim damat bey onu görünce inanamıyor.
Öylesine seviniyor ki üzerindeki o kablolar olmasa ayağa kalkacak kadar …
Ali doktor hemen elinden tutuyor ve eniştesinin gözlerine bakıp iyileşeceksin, korkma ben buradayım diyor.
Bizim damat bey, gözleri dolarak ve elini tutarak korkuyorum Ali, çok korkuyorum diyor…
Ali doktor, tebessüm ediyor.
Eniştecim, korkma ben buradayım ve seni buradan en güzel şekilde taburcu edeceğiz.
Ben yanında seni bekleyeceğim ve ameliyatına katılacağım. Her an seninle olacağım.
El ele tutuşuyorlar…
Damat bey cam kenarında ağlayan Ayten’le göz göze geliyor…
37 yıl geçen zor yol arkadaşlığında artık o bakıştan birbirlerinin ne dediklerini anlıyorlar…
Ayten’in ağlama sebebinin ne olduğunu bizim damat bey de Ayten de, Allah’ta çok iyi biliyor...
Ama doktor Ali bilmiyor…
Ama doktor Ali’nin sahibi her şeyi biliyor.
O bakışma esnasında sadece hunharca geçen egolarla dolu zavallı kırgın yıllar, muhabbet olmayan evde tüm kavganın sebebi olduğu sanılan muhabbet kuşu, kuşun kafesi ve 7 yaşındaki koltuğun altına korkudan giren geleceğin kalp doktoru Ali, balkondan bir valiz ve bir çocukla el salladığı annesi varmış…
Bazen hayat sizden öyle bir intikam alır ki, kimsenin sizden bir şey almasına gerek kalmaz…
İyi insanların elinde büyüyen, vicdan ve merhameti olan herkes kazanıyor.
Peki, Ayten?
Ayten neden bunlara katlandı?
Ayten bu hayatı seçti mi?
Mecbur muydu?
Kader miydi?
Ayten suçlanamaz…
Bazen korkularınız yüzünden bir hayatı yaşamanız gerekiyordur ve yaşarsınız.
Belki çok sevdi…
Batsın böyle sevgi demeyin…
Bazen seversin ve sadece sen batarsın…
Kimseyi kınamayın, kimseyi incitmeyin, kimsenin hakkında konuşmayın, kimsenin hayatını yargılamayın, kimsenin mutsuzluğu olmayın. Kimsenin korkusuyla dalga geçmeyin, sağ duyulu olun. Çünkü koca bir hiçiz… Hayatın verdiği ders hep sert olur. Yaşadığınız güç zehirlenmesi ise hemen tedavi olun. Güç zehirlenmesi mutlaka size yaptıklarınızı kusturur. Kimse ömrünün sonuna kadar güçlü kalamaz. Bu hikâye hep böyle olmuştur. Böylede olacaktır. Asıl güç siz bu gezegenden gittikten sonra hala sevgiyle anılıyor olmanızdır. İstediğiniz şeylerin peşini bırakmayın, onlar için emek harcayın. Bırakın uğraştırsın sizi. Onu bu şekilde daha çok seveceksiniz. İnanırsanız kazanacaksınız. Sevin. Severseniz sevileceksiniz. Mutsuz olursanız da olun. Her zaman mutlu olursak bu duygunun değerini nasıl anlayabiliriz? Yaptıklarınızdan pişman olabilirsiniz. Yeter ki yapmadığınız şeylerden pişman olmayın.
Ve unutmayın hayat sizi mutsuz eder, siz mutlu olduğunuz anların değerini bilin ve o anları unutmayın.
Ne demiş Füruğ Ferruhzad: "Kuş ölür, sen uçuşu hatırla."
Öyle sevin ki finalde içinizdeki sevgi ile kazanan siz olun…
Hayatımızda herkese ve her kişiye hissettirdiğimizden ya da sergilediğimiz davranışlardan sorumluyuzdur…
19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramınız kutlu olsun.
Paylaş