Paylaş
İşte bu farklılıkları nedeniyle engelli sandığımız birçok birey, aslında toplumun önlerine koyduğu birçok ‘gerçek’ engeli aşarak harika işler başarıyor. Tıpkı Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Yaşar Uysal gibi. Yıllar önce bir konferans vesilesiyle tanıdığım Yaşar Hoca güvenli duruşu, donanımı, çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile bugün geldiği noktada her birimize harika bir örnek oluşturuyor.
ŞANSSIZLIĞIM KARŞISINDA EN BÜYÜK ŞANSIM AİLEM
- Sizi yıllardır tanıyorum ve biliyorum ki, sizinle biraz sohbet eden biri karşınızda kendisini eksik hissedebilir. Toplumumuzda engel olarak tanımlanan farklılığınıza rağmen nasıl oldu da kendinizi bu kadar geliştirebildiniz?
- İnsanların yaşamlarında hem şanslı hem de şansız olduğu anlar vardır. Benim henüz ilkokul birinci sınıfı bitirdiğimde bir değil birden çok şansızlığın birbirini desteklemesi sonucu sağ kolumu kaybetmem büyük bir talihsizlik olarak ifade edilebilir. Kuşkusuz, yedi yaşında ve üstelik yazı yazmayı öğrendiğin kolunu kaybetmek kolay kabullenilebilecek, uyum sağlanabilecek bir durum değil. Bu şanssızlığımın karşısında en büyük şansım ise ailemdi. Onların yoğun ilgisi ve sevgisi ile olmayan imkanlarına rağmen benim eğitimime devam etmek için gösterdikleri ekonomi-fizik ötesi fedakarlık. Bu huzurlu ve bağlı aile iklimi kendimi geliştirebilmem için önkoşulları sağladı.
Yeter koşul ise çok çalışmaktı. Zira başka da şansım yoktu. 21 yaşına kadar, üniversite öğrenim dönemi dahil ayrılmadığım Manisa’daki Gülbahçe köyümüzde yaşamımı kazanmama imkan verecek kadar arazimiz yoktu. Zira 11 dönüm tarla 4 kardeş arasında paylaşılacaktı. Tarımı, çiftçiliği çok seviyordum. Ancak bize köyde ekmek yoktu. Tek elle de fabrika işçisi olamazdım. Üniversite son sınıfta iken, okulun bitecek olması ve sonrasına ilişkin kaygıların arttığı bir dönemde beyin gücü olmaya, bu yolda çok ama çok çalışmaya karar verdim. Ve de öyle yaptım. Bu arada bir de destekleyici koşullar vardı. Kanımca biz toplum olarak yeterince çalışkan değiliz. Ortalama çalışma düzeyimiz düşük, azmimiz sınırlı, iş ahlakımız zayıf. Dolayısıyla aslında benim çok çalışmam göreli bir şeydi. Zira büyük bir çoğunluk pek çalışmıyordu. Birazcık fazla çalışan, iktisatçı ifadesiyle, belirgin mukayeseli üstünlük elde ediyordu. Keşke sosyo-kültürel koşullar beni daha çok çalışmaya zorlamış olsaydı. Çok çalışma yanında eklemem gereken diğer destekleyici koşullar olarak ise, okumayı çok sevmek, özgür ruhlu olmak, başarı motifini içselleştirmek, negatif enerji kaynaklarının etkisinden sıyrılabilmek ve de bu dünyadan ülkemiz ve insanımız için bir şeyler yaparak göçmek arzusunu sayabilirim.
FARKLILIKLARI ZENGİNLİK GÖREN MEVLANA TORUNLARIYIZ
- Sizce biz toplum olarak farklılıklarla yaşamak konusunda -ki buna engelliler de dahil- neden bu kadar zorlanıyoruz?
- Bu ülke, bana göre dünya genelinde potansiyeli ile başardığı arasındaki farkın en uzak olduğu ülkelerin başında geliyor. Potansiyel Everest, gerçekleşen Spil. Neden? Çünkü bu toplum aydınlanmayı içselleştiremedi. Yeryüzünün gördüğü en özel insanlardan biri olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ömrü ihtiyacımız olan ‘Yeni-Yeniden-Anadolu’ aydınlanmasını tamamıyla hayata geçirmeye yetmedi. Özgür, eleştirel akla sahip bireyler yetiştirmeyi başaramadık. Hocam derste değiliz diyeceksiniz şimdi, değil mi?
- Hocam gayet zevkle dinliyorum.
- Kanımca Anadolu aydınlanmasının insanı dürüst, çalışkan, iyi niyetli, hak etmediğine el uzatmayan, insan sever, doğaya saygılı, velhasıl erdemli insandır. Bugün en çok ihtiyacımız olan böyle insanlar. Toplumda çoğunluk böyle olmadığı zaman, farklılıklar zenginlik değil, ayrışma kaynağı olur. Etrafınıza bakın, göreceğiniz şey; birbirini seven, saygı duyan, farklılıkları zenginlik görenler mi yoksa daha çok farklılıkları ortadan kaldırmayı isteyenler mi? Bizim insani standartlarımızı hızla iyileştirmemiz ve geliştirmemiz lazım. Bizler farklılıkların zenginliğini gören Mevlana’nın torunları olmalıyız yeniden. İnsanların kendilerine doğuştan bahşedilen niteliklerden dolayı (din, ırk, renk, cinsiyet, soy, vb.) ne kendilerini farklı-üstün ne de farklı-düşük görmesini doğru bulmuyorum. İnsan, ancak kendi çabası, alın-akıl teri ve başardıklarıyla, insani nitelikleriyle doğru konumlanabilir. Bunun için de kişilerin gerçek özgür birey olması gerekir. Böylesi bir sosyolojik yapı farklılıkları tolere etmekte zorlanır. Ayrıca farklılıklardan beslenen, rant elde eden insanlar üretir. Dolayısıyla, üstün olarak tanımlanmış farklılıklara sahip olanlar avantajlı, düşük olarak farklılıklara sahip olanlar ise dezavantajlı -dışlanma, küçük görülme, ezilmelerini olağan karşılama- konumunda olurlar. Bu yaklaşım bana göre ne insani, ne de ahlakidir. Gerçekten huzurlu, mutlu ve umutlu bir toplum olmak istiyorsak, ilkokuldan başlayarak çocuklarımıza iyi insan olmayı, farklılıklarımızda bir arada yaşamanın erdemini, güzelliklerini öğretmek zorundayız. Zorundayız çünkü başka türlü ortak idealleri, ortak geleceği olan, demokrasi standartları yüksek huzurlu bir toplum olamayız. Bu noktada en büyük görevin önce ailelere, sonra öğretmenlere ve de ne yazık ki siyasetçilere düştüğü kanaatini taşıyorum.
HEM ENGELLİYE ACIYORUZ HEM DE ONA AYRILAN YERE PARK EDİYORUZ
- Ülkemizdeki sosyolojik zeminin farklılıkları kolay kabullenmediğini vurguladınız. Peki siz, bu farklılığınızdan yani bir kolunuzun olmamasından dolayı sorunlar yaşadınız mı? Nasıl üstesinden geldiniz? Bunları yaşayanlara neler söyleyebilirsiniz?
- Farklılıkları kabullenme yeteneği zayıf olan bu toplumun engelli insanları kolay kabullenmesini ve içselleştirmesini beklemek hayalciliğin bile ötesine düşer. İnsanların, engelli çocuklarını-yakınlarını adeta toplumun önünden kaçırma çabasına girdiğine tanık olursunuz. Fiziki veya zihinsel herhangi bir engeli olmayan insanların ise engelli insanlarla karşılaştığında bir taraftan acımayla karışık uzaylı görmüş gibi baktığına diğer taraftan da onlar için ayrılmış otopark yerini kullanmaktan vazgeçemediğine şahit olursunuz. Tarihin en önemli hümanistlerini yetiştirmiş bu topraklarda engelliler daima acıyan gözlerin gölgesindedir. Ve bu gölge aslında kişinin sahip olduğu engelden daha büyük bir bedeldir. Kuşkusuz ben de sahip olduğum engelden dolayı önemli sorunlar yaşadım. Ancak, dışa dönük bir insan olduğum için insanların sosyalleşebileceği ortamları, imkanları iyi kullandım. Mesela amatör futbol oynadım uzun yıllar. Tek el ile motosiklet kullandım. 15 yıldır otomobil kullanıyorum.
Çok insan tanıdım. Çok kurum beni nedense danışman yaptı mesela, İzmir Ticaret Borsası, Ege Giyim Sanayicileri Derneği, İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği, Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Tariş Zeytinyağı Birliği. Avrupa Birliği “tarım uzmanı” diye tanımladı. İşimi, fakültemi, bölümümü, en çok da öğrencilerimi, onların hadi dersi bitirelim artık diyen hallerini sevdim. Çok güzel arkadaşlarım oldu. Muhteşem dostlarım var. Hatırı sayılır sayıda ülkeye gittim. Olası bir çok sosyal-kültürel ortama girdim. Farklılıklar bu süreçte benim için olağanlaşırken, insanlar da beni olduğum gibi kabullendiler. Hamdım, önce kavruldum ama sonra piştim velhasıl... Engelli olarak hayatımda karşılaştığım en önemli sorunun üniversiteye akademisyen olarak girme aşamasında olduğunu söyleyebilirim. Üniversite, yani aydınların olduğu yer. Ne büyük bir trajedi! Akademisyen olmaya karar verdikten sonra Ege Bölgesi’ndeki üniversitelere başvurdum. Önce yabancı dilim yetmedi. Oxford’ta okumamıştık sonuçta. İlkokul Manisa Gülbahçe köyü, ortaokul ve lise Manisa Muradiye Manisa. Çok güzel insan olan öğretmenlerimiz vardı ama.
İdealist, çalışkan, dürüst ve iyi niyetli. Şimdi konu bağlamında röportaj yapabileceğiniz biri olarak beni seçtiyseniz, onların sayesinde. Şimdi onlar gibilerin sayısı çok azaldı. Onlar gibiler azaldığı için memleket bu halde.
Aylarca kapanıp İngilizce çalıştım. Bilim, iktisat bilgim ise sınavlara hazırlanmaktan oldukça iyi duruma gelmişti. Hem yabancı dilden, hem bilim sınavından yüksek not aldığım bir sınavda jüri üyelerinden birinin mülakat sonrasında kolum olmadığı için asistan alınmamamı istediğini yıllar sonra öğrendim. Ancak, iyi, dürüst ve adil insanlar her yerde ve hala var. Benim bir şansım da, hayatım boyunca, hep bu insanlarla bir şekilde karşılaşmam oldu. Dünden bugüne yaşadığım sorunlara, geldiğim noktaya baktığımda, çok mücadele verdiğimi, çok çalıştığımı ve başardığımı görüyor ve mutlu oluyorum. Ama kimi insanlarımızın kolaycılığı ve duyarsızlığı, boş gerekçeli kamplaşmalarımız, paramparçalığımız acıtıyor yüreğimi. Hala yapılacak çok şey var diye düşünüyorum. Başarısızlığın acısını da, başarının tadını da biliyorum. Ve yine biliyorum ki ikisinin de birlikte var olması “anlam” kazandırıyor. Hayat benden bir kolumu aldı ama aynı zamanda bana “uzun vadede iyilerin kazanacağını” ve “değerli olanın değerleri olanlar” olduğunu öğretti. Güzel bir aileye getirdi, harika eşimle karşılaştırdı, muhteşem bıcırık kızımı bahşetti. Ona yani hayata, her şeye rağmen demeden, müteşekkirim...
Paylaş