İzmir’de de başarılı bir şekilde çalışan Akut, sadece deprem anında değil, normal zamanlarda da çok önemli çalışmalar yapıyor. Akut İzmir Ekip Lideri Alper Özkarakaş ve Kaynak Yaratma Bölüm Sorumlusu Hale Sevinç’le bu çalışmaları konuştuk. Bu arada, sanırım Alper Özkarakaş’ın az rastlanan mesleği benim olduğu kadar sizlerin de ilgisini çekecek.
MAKİNELERİN ÇALIŞAMADIĞI YERDE BİZ ÇALIŞIYORUZ
- Mesleğiniz ne?
- İple erişim uzmanıyım. Türkiye’de sektördeki adı ise endüstriyel dağcılık. Şirkette organizasyon ve eğitimden sorumluyum.
- Nasıl bir iş bu? Nerelerde çalışıyorsunuz?
- Baraj inşaatlarında, rüzgar tribünlerinde, köprülerde hizmet veriyor ve sorunları gideriyoruz. Makinelerin çalışamadığı yerlerde ip sistemleri kullanarak işlerin devamlılığını sağlıyoruz.
- Peki bu yaptığınız işi yapabilmek için dağcılık dışında teknisyen ya da mühendis olmak da gerekiyor mu?
Yemek diyorum ama aslında müthiş tatlar diye yorumlamak daha doğru olur. Ait olduğumuz toplumun, coğrafyanın ve o coğrafyada yetişen her bir değerin göstergesi olan yemek kültürü, aslında öyle büyük bir zenginlik taşıyor ki, diğer sanat ve kültür dalları arasında her zaman hakettiği yeri almıyor... Ege Mutfağı’nın önemini, lezzetini bilmekle beraber dünyadaki diğer mutfakların da farkında olmak, tanımak gerekli. Tabii her ülkeye seyahat edip, bunu gerçekleştirmek mümkün olamayacağından en azından şehrimize gelenleri kaçırmamak boynumun borcu oldu. İlki, İtalyan Mutfağı’ndan değerli bir şef ve somelier oldu. İtalyanların en ünlü şeflerinden Palma D’Onofrio ve İtalya’nın ilk kadın Somelier’si Adua Villa, İtalyan mutfağı ve özel tatlarını tanıttı. 6 yıldır İtalyan RAI1 kanalında her gün yemek programı hazırlayıp sunan D’Onofrio, yemek tutkusunu düzenlediği kurslarla öğrencilere ve mutfak meraklılarına aktarıyor. Aynı zamanda İtalyan yemek tarihçisi de olan Şef, Beko markası ile işbirliği yaparak Türkiye’yi de geziyormuş. Bolu’da şirket merkezinde yeni ürünler tasarlanması konusunda toplantılara da katılan D’Onofrio, Türk Mutfağı’nı yakından tanımak istediğini anlattı.
Türk ve Ege mutfağı da bilimsel olarak ele alınıyor
İşte bu kez de çok değerli bir Fransız Şef... 2004 yılının en iyi şef ödülüne sahip, Paté yani Fransız Ezmesi dalında dünya şampiyonu olan Michelin Yıldızı sahibi Şef Josep Viola İzmir’deydi. Hem de çok önemli bir proje dahilinde... İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ) Mutfak Sanatları ve Yönetimi Bölümü ‘Ege Mutfağına Yıldız Kazandırma Projesi’ kapsamında öğrencileri diğer ünlü dünya mutfaklarının şefleriyle buluşturuyor. Öğrencilere sunum tekniklerinin detaylarını gösterirken hem bizim mutfağımızı tanıyor hem de kendi mutfaklarını nasıl pazarlayıp dünyaya tanıttıklarını da öğretmiş oluyorlar. Hatta, şef Viola Ege otları ve malzemeleriyle yepyeni tatlar oluşturmak için kolları sıvamış bile... Belki bu sayede, geleceğin şeflerinden olan gençlerimiz de yazılı ve bilimsel ele alınmadan bugünlere gelen Türk ve Ege mutfağını dünyaca tanınan bir marka haline getirebilir.
Okullar, çocuklara bilgiyi verirken hayata da hazırlamak, etkin düşünme ve çözüm bulmayı da öğreten kurumlar olarak kilit noktada bulunuyor. Günümüzde bu, her okulda uygulanmasa da Işıkkent Eğitim Kampüsü, bu konuda önemli bir başarı elde etti. 2009’dan beri koçluk uygulamaları üzerinde çalışan Işıkkent, Uluslararası Koçluk Federasyonu, (ICF) tarafından Uluslararası Prizma Ödülü’ne layık görüldü. Daha önce Roche Turkey, BBC, IBM.com, NASA gibi önemli kuruluşların aldığı bu ödülü ilk defa Türkiye’de, hem de İzmir’deki bir eğitim kurumunun alması çok önemli bir gelişme. Bu önemli başarıyı Genel Müdür Okan Sezer, Anaokulu Müdürü-Psikolog Dilek Ümran Arpacı ve Matematik Bölüm Başkanı Hayal Togay ile konuştuk.
ÖNEMLİ OLDUĞUNDAN ÇOK HASSAS DAVRANDIK
- Ülkemizde yeni duyulmaya başlayan koçluk nasıl tanımlanmalı?
- Koçluk kişinin olduğu yerden gitmek istediği yere yaptığı içsel yolculuk. Koç ise bu yolculukta kişiye bu içsel yolculuğunda eşlik eden kişidir. Bir danışman değildir, tavsiyelerde bulunmaz, öğüt vermez. Sadece doğru ve güçlü sorular sorarak kişiye ayna tutar ve kendisine yol çizmesine katkıda bulunur.
- Kısa süreli eğitimlerle birçok kişi koç oluyor. Siz bunu gözönüne alarak nasıl bir yol izlediniz?
- 2009 yılında koçluk, Türkiye’de gelişmekte olan bir modaydı ve genellikle uluslararası şirketlerde uygulanıyordu. O dönemde birkaç günlük eğitim aldıktan sonra kendilerini “yaşam koçu” olarak tanıtanlar çoktu. Biz de planlarken dikkatli olmalıydık. Erken Öğrenme Merkezi Müdürümüz ve Okul Rehberlik Programı Koordinatörümüz Handan Oktar, koçluk konusuyla oldukça ilgileniyordu. İlk adım olarak kendisi için koçluk eğitimi planladık. ICF belgesine sahip eğitmen Vedat Erol ile irtibata geçtik. Onun da desteğiyle, Türkiye’de en iyi uygulamayı gerçekleştiren okul olduğumuza inanıyorum. Şampiyonlarımız, şimdiden koçluk deneyimlerini başkalarıyla paylaşmaya başlamıştır. Ama bir numaralı şampiyonumuz olan ve bir yıl önce ani bir hastalık sonucu vefat eden Handan Oktar’ı anmadan geçemeyiz.
Urla’ya bağlı, Karaburun Yarımadası’ndaki 220 nüfuslu dağ köyü Kadıovacık, öyle bir çevre projesi gerçekleştirdi ki şimdiden dünya literatürüne girdi.
Köy muhtarı Nazif Çakıroğlu’nun yolu, nüfus azlığından dolayı atıl duran 50 taş binayı turizme kazandırmak için İzmir Kalkınma Ajansı’na başvurmaya niyetlenip projeyi yetiştiremediği dönemde, Urla Rotary Kulübü’nden Necdet Büyükbay ile kesişiyor. Merkezi Londra’da bulunan kısaca CDP (Carbon Disclosure Project) olarak bilinen ve dünyada karbon salınım oranlarının ölçüldüğü Karbon Saydamlık Projesi’ne başvuru yapılıyor. Böylelikle projede, köy bazında ölçüm yapılan dünyadaki iki yerden biri olan Kadıovacık köylülerine projeden, küresel iklim değişikliğinden, sebeplerinden, alınabilecek önlemlerden bahsediliyor. Köylüler, zaten var olan sürdürülebilir yaşama yatkınlıklarıyla, projeyi ilgiyle karşılıyor ve raporlamaya, karbon ayak izlerini hesaplamaya ve zamanla azaltmaya gönüllü oluyorlar. Her çalışmada daha da bilinçlenen köylü karbon ayak izini, yani kişi başı yıllık karbon tüketimini belirliyor.
Güneş panelleriyle enerji
CDP’ye kayıtlı olan dünyadaki en ufak ölçekli köy olan bir başka deyişle karbon ayak izini ilk hesaplayan, takip eden ve düşürmeye çalışan köy olan Kadıovacık, karbon ayak izi dünyada en düşük 2. köy olarak ölçüldü. Ama yıllık 712 ton olan karbon salınımını daha da düşürmek için Urla Rotary Kulübü’nün desteğiyle bir fotovoltaik güneş enerjisi sistemi kurarak, çalışmakta olan bir kuyunun enerjisini, güneş pillerinden karşılıyorlar. İleride de köy meydanı aydınlatmalarının güneş enerjisinden sağlanmasının ardından, rüzgar gülleri ile elektrik üretimi de düşünülenler arasında. Böylelikle köyün karbon salımını sıfırlamak asıl hedef...
Köy İstanbul Konferansı’nda
Türkiye’de karbon ayak izini ölçen ve her sene karbon salınımını azaltan köy olarak dünya literatürüne giren Kadıovacık Köyü’nün muhtarı Nazif Çakıroğlu, bu yıl İstanbul Swiss Bosporus Otel’de gerçekleşen, Türkiye’nin en güçlü sürdürülebilir iş platformu olarak kabul edilen ‘Yeşil İş 2013’ün 5’nci toplantısında, köyde yaptıkları çalışmaları anlatmış. Proje o kadar dikkat çekmiş ki, CDP Türkiye Koordinatörü Mirhan Koroğlu, Kadıovacık köyünün yaptıklarının önemini vurgulayarak teşekkürlerini sunmuş.
SİZİN KARBON AYAK İZİNİZ KAÇ?
ŞEHRİMİZİN simgesi olan İzmir Saat Kulesi’nin Türkiye’nin en hassas çalışan mekanik saati olduğunu biliyor muydunuz? Peki, bu hassas mekanizmanın ustasının kim olduğunu? 1936’dan bugüne üç kuşaktır saat ustalığı yapan Pamukoğlu ailesinin günümüzdeki temsilcisi Feti Pamukoğlu, dedesi ve babasından sonra mesleğini daha da geliştirerek antika saat restorasyonu ve tamiri de yapmaya başlamış. Tıpkı dedesi ve babası gibi İzmir Saat Kulesi’nin ustalığını da yapan Feti Pamukoğlu kadar çok saat kulesi bakımı yapan usta yok. İnsanlarla sohbet etmekten her zaman keyif alıyorum ama Feti Pamukoğlu kadar işini çok seven ve felsefesini özümseyen bir usta ile sohbet ise her zaman nasip olmuyor. Bir İzmirli olarak, İzmir Saat Kule’mizin bakımını bu kadar özenle ve sevgiyle yapan bu ustaya saygıyla teşekkür ediyorum.
HERKES SAAT KULESİ BAKIMI YAPAMAZ
- İzmir Saat Kulesi’nin bakımını dedeniz, babanızdan sonra şimdi de siz yapıyorsunuz. Bu bir gelenek mi olmuş?
- Aslında bu iş babadan oğula sirayet etmemiş, işini kim iyi yapıyorsa tamir için o çağrılırmış. Bizim ailede ise dedemden sonra babam ardından da ben Saat Kulesi’nin tamiri için çağrıldık. 1901’de Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılında yapılmış. Başında bir personel varmış ama arıza yaptığında iyi saat ustaları çağrılırmış. Bunlardan biri de dedemmiş. Sonrasında sıra bize geldi.
- Yani her saat ustası yapabilir diye bir şey söylemek mümkün değil...
- İhale yapılıyor ama sözleşmeler çok önemli. Bazen temizlik firmaları talip oluyor. Oysa her önüne gelen kule saat tamiri ve bakımı yapamaz. Önceden mutlaka mekanik bakım yapmış olmalı. Çalıştığımız alanlar dar, kirli, paslı, yüksek; kışın çok soğuk, yazın çok sıcak. Bizim üstümüz başımız kötü oluyor. Hatta Ayvalık’ta kuleden inip otele kalmaya gittiğimde öyle kötü görünüyordum ki beni almak istemediler önce. Saat kuleleri genellikle şehrin göbeğinde olduğundan her türlü kire, pasa maruz kalıyor. O nedenle bakımları çok önemli.
Hayata katmak derken, gerçekten üreten, çalışan, kazanan bireyler olmalarından bahsediyorum. Narlıdere Zihinsel Engellileri Koruma ve Destekleme Derneği, İzmir’de bir ilk olacak olan Nar Taneleri Mobil Down Kafe Projesi’ni hayata geçirmek için sponsor arıyor. “Nar Taneleri Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi”nde özel eğitim alan 15 yaş üstü 12 hafif ve orta düzeydeki zihinsel engelli gencin, Türkiye İş Kurumu ve Narlıdere Halk Eğitim Merkezi desteğiyle “garsonluk ve servis elemanlığı eğitimi kursu” da alıp Balçova’da bir AVM önünde konuşlanacak mobil down kafede yarı zamanlı olarak çalışmaları amaçlanıyor. Akhisar’daki bir fayton firmasına yaptırılan bu şirin araçta bir de profesyonel mutfak elemanı olacak.
Mobil down kafe destek bekliyor
3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nde faaliyete geçmesi planlanan mobil down kafenin satın alınması, projede görev alacak eğitimcilerin ücretleri ve 12 zihinsel engelli kursiyerin 6 aylık cep harçlıkları, 6 aylık proje giderleri Türkiye İş Kurumu’nca karşılanacak, eğitimciler ise Narlıdere Halk Eğitim Merkezi’nce görevlendirilecek. Benzeri İstanbul’da yapılan proje için sponsor bir firma aranıyor. Firmanın reklamı mobil kafenin üst kısmında yer alacak. Yiyecek-içecek firmaları da ürün sponsoru olabilecek.
Kalabalık bir alanda zihinsel engelli gençlerin işlettiği kafe, toplumun engellilere yönelik algılarının da değişmesinde çok etkili olacak. Destek olmak isteyenler Nar Taneleri Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi ile bağlantıya geçebilir.
İzmirli sanatçı, Anadolu kadınını okyanus ötesine taşıdı
İZMİRLİ fotoğraf sanatçısı Reyhan Özlen, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları kapsamında ABD’de bir sergi açıyor. Houston Amerika-Türk Derneği’nin düzenlediği “Anadolu Kadınları” isimli sergide Özlen’in Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde çektiği kadın fotoğrafları yer alıyor. 12 Ekim’de Houston Jones Plaza’da açılan sergide duruşları, bakışlarındaki net ifadeleri, gözlerindeki kararlılıklarıyla fotoğraflayan Reyhan Özlen, ‘Anadolu Kadını’nı okyanusun öte yanına taşımaktan mutluluk duyduğunu belirtiyor.
Muhtaç olanları ev sahibi yapmak amacıyla bazı yerlerde ev inşaatlarında çalışmayı da gerektiren bu tur, gençleri hem spora, hem de genç yaşlarında fiziksel güçlerini kullanarak gönüllü hayır işleri yapmaya teşvik ediyor. 70 günde yaşamak için ne kadar az eşyaya ihtiyacımız olduğunu fark eden Sinan, tur sonunda Alaska’ya da giderek küresel ısınmanın etkilerine de tanık olmuş.
- Sinan kaç yaşındasın, bisiklet hep var mıydı hayatın?- 21 yaşındayım. İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü son sınıf öğrencisiyim. Aslında bisiklet yoğun bir şekilde yoktu. Futbol oynuyordum üniversitede.
- E, nasıl oldu Amerika’yı baştan başa bisikletle geçme turuna katılman?- Amerika’da oturan 2 kuzenimden duymuştum. Onlar daha önce yaptılar bu turu hatta biz onları bitiminde karşılamıştık. Onun üzerine ben de katılmaya karar verdim.
EVE İHTİYACI OLANLAR İÇİN YARDIM ETTİK
- Nedir bu ‘Bike & Build’ yani ‘Bisiklet ve İnşaat’ etkinliği?
Artık, bu çocukların engeli olmayan çocuklarla birarada olmalarının gelişimlerini güçlendirdiği kanıtlandı. Engelsiz bir çocuk da bu özel çocuklarla birarada büyüdüğünde farklılıkları algılamayı ve birlikte yaşamayı öğreniyor. Yani her iki taraf da kazançlı çıkıyor aslında.
Bizim Kaynaştırma Eğitimi ile ilgili haberimiz sonrasında birçok okulda olumlu adımlar atılmasına rağmen maalesef Özel Eğitim Sınıfları konusu henüz istenen noktaya ulaşamadı. Özel Eğitim Sınıfları algılama ve öğrenme engeli olanlara eğitim veriyor. Maalesef uygulama sayıları çok düşük. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 26’ncı maddesinde “Herkesin eğitim hakkı vardır” denmesine ve Rehberlik Araştırma Merkezleri ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri hemen hemen her okula bir özel eğitim açma kararı almalarına rağmen bu karar çoğu okulda uygulanmıyor. Görüştüğüm bazı veliler, ‘Her nedense özel eğitim sınıfları açmak için sınıf bulunamıyor bir türlü. Bulunsa da bodrum katı, kömürlük, tavan arası gibi ücra yerler oluyor çoğunlukla. Ayrı teneffüs saatleri koyup, diğer çocuklarla olmamaları sağlanıyor, bu kaynaştırma değil düpedüz ayrıştırma’ diyorlar. Tabii iyi koşullarda özel eğitim sınıflarını açan okul ve Milli Eğitim Müdürlerini tenzih ederek söylüyorum bunu. Röportaj yaptığım Ulusal Down Sendromu Derneği Başkanı Sami Altunel; ‘Tam kaynaştırmanın yaygınlaştırılması en büyük amacımız. Ama, durumu içler acısı olan, öncelikle İzmir’deki özel eğitim sınıfların fiziki şartlarının iyileştirilmesi ya da bu nedenle birçok okulda açılmayan sınıfların açılması için çalışma başlatacağız. MEB ile yapılacak protokol sonrasında hizmet verilen sınıflara ilgili şirketlerin veya kişilerin isimleri verilecek. Çok küçük rakamlarla birçok çocuğumuzun okula gitmesini sağlayabilir hayatlarına ve hayatımıza artı değer katabiliriz’ diyor.
Eğer çocuklarımızın ‘herkese yer var’ diyen ve insana her koşulda değer veren bir dünyada yaşamalarını istiyorsak, tam kaynaştırma ve özel eğitim sınıfı uygulamasını her okula yaygınlaştırmamız gerekli. Bunun için, Sami Bey’in de dediği gibi; seyirci kalmayın, gelin özel gereksinimli çocuklarla ilgili olumsuzlukları birlikte düzeltelim. Ne yapabiliriz diyorsanız, bu konu takibimde, sizlere tüm gelişmeleri aktaracağım…
Irkçı İzmirli’den ırksız bir insan
ÇOK bilmiş biri buyurdu ya; İzmirliler ırkçıdır diye, ne olduğundan ziyade ne olmadığımı çok daha iyi bildiğimden, umurumda bile olmadı. Ama bakıyorum etrafımda sinirlenenler, yanıt vermek isteyenler var. Benim aklımda ise lise yıllarımdan bir kare... İzmirli anne ile Filistinli bir babanın kızı olan en yakın arkadaşımla bir kafede oturuyoruz. O sırada Alsancak’ta hep birlikte büyüdüğümüz, okuduğumuz Musevi bir arkadaşım geliyor. Tanıştırıyorum, espriler yapılıyor, gülünüyor, çok güzel zaman geçiriyoruz. Kimsenin aklına bir diğerine farklı gözle bakmak gelmiyor. Ama görüyorum ki ülkemizde herkes bizim kadar naif ve önyargısız olamıyor.
Ne yapalım, biz İzmirliler, kendine bakmadan başkalarını yargılayabilecek kadar büyük insani kusurları olanları bile kucaklayabilecek kadar geniş yürekliyiz Allah’tan...