Laboratuvarlarda yıllarca süren çalışmalar halkla buluşturulmadığı taktirde maalesef insanlığa hiç bir faydası dokunmadan yok olup gidiyor. İşte bu anlamda devrim yaratacak bir anlaşma yapıldı İzmir’de. Dokuz Eylül Üniversitesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü girişimci akademisyeni Prof. Dr. Erdem Silistreli tarafından geliştirilen ‘Taşınabilir Kan Pompası’nın ticarileştirilmesi için Alvimedica ve üniversite arasında patent lisanslama ön protokolü imzalandı. Dokuz Eylül Teknoloji Geliştirme Bölgesi - DEPARK bünyesinde gelişimini tamamlayan cihaz ile ilgili imza töreninde Alvimedica Yönetim Kurulu Başkanı Leyla Alaton, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Erdal Çelik ve Prof. Dr. Erdem Silistreli ile Türkiye’de sağlık sektörü ve üniversite arasında bir ilk olan bu adımı konuştuk.
ÜNİVERSİTE ÇALIŞMALARI RAFTA KALMAMALI
Rektör Vekili Erdal Çelik
- Üniversitenizde gelişen bu çalışmayı nasıl sanayileştirdiniz?
Biz üniversite olarak sanayideki firmalarla sürekli iletişim halindeyiz. Öncelikle bölgesel kalkınma kurulu oluşturduk. Neredeyse çayını içmediğimiz kurum kalmadı. Hatta her kurum için bir koordinatör atamayı düşündük. Bu da bu kapsamda bir çalışma. Bizden önce başlamış, biz gereken desteği verdik.
- Üniversite sanayi işbirliği neden önemli?
Daha önce Manş Denizi’ni yüzerek geçen ekipten olan Seda Kansuk ve yüzücü arkadaşları, 26 Mayıs günü Çeşme’den Seferihisar’a yüzecek. 75 kilometrelik etabı 24 saat içerisinde yüzecek ekipte Seda Kansuk’un yanısıra, Sadi Gödek, Senem Ülker, Uğur Doğan, Ayşin Oya Bekbay ve Memduh Kansuk var. Tabii güvenliklerinden sorumlu bir ekip de yüzücülere eşlik edecek. Açıkçası gündüz neyse de gece nasıl olacak diye düşünmeden edemedim.
Seda Kansuk, “Her yüzücü en az 4 defa suya girmiş. Kritik olan şey hava durumu ve gece karanlığında gidilecek yolun bilinmezliği. Karanlıkta yüzmek bizim için de bilinmez çünkü bazılarımızın önceden tecrübesi var ama bazılarımız ilk kez gece yüzecek” diyor.
Yani şaka değil, gerçekten kendilerine meydan okuyorlar. Seferihisar Belediyesi ve Çeşme Belediyesi’nin destekleyicileri arasında olduğu bu projenin katılımcıları adı gibi kendilerine meydan okuyacak...
İşte, yıllardır eğitim konusunda gerçekten çalışan ve toplumda fark yaratarak büyük katkı sağlayan Ege Çağdaş Eğitim Vakfı’nın önemi ve değeri bu noktada öne çıkıyor. Yaptıkları çalışmalarla binlerce öğrenci ve öğretmenin hayatına dokunan, burslar, etkinliklerle daha aydınlık bir toplum için çalışan vakıf, şimdi de gelirini eğitime aktarmak için kermes düzenliyor. Ama öyle sıradan bir kermes değil. Tüm gönüllüler yoğun bir şekilde çalışarak gerçekten yüksek değeri olan eşyaları çok uygun bedellerle sunuyorlar. Geçtiğimiz hafta Ayşe Özgener ile birlikte bu güzel eşyaları tanıtmak için kamera karşısına geçtik. Vakfın kurucularından Çiğdem Yorgancıoğlu ve Banu Tatış ile hem kermes hem de EÇEV’in çalışmalarıyla ilgili sohbet ettik.
- EÇEV Kermesi hem EÇEV hem de İzmirliler için oldukça önemli bir etkinlik. Ne zamandır düzenliyorsunuz?
- Banu Tatış: EÇEV ikinci el kermesi için ilk yola çıkışımızdan bu yana yaklaşık 10 yıl geçti. Niteliğini her yıl biraz daha yükseltmek için ekip olarak ciddi bir çaba sarf ediyoruz. Sanıyorum bizim gösterdiğimiz özeni, kermesi takip edenler de fark ediyor ve takdir ediyorlar. Bu ortak pozitif enerji sonucunda kermes, kıymetli bir markaya dönüştü. İzmir’in bilinen ve merakla beklenen bir etkinliği haline geldi. Kermesi ilk senelerde, yılda bir kez düzenliyorduk. Ancak yoğun talep ve bağışların artması nedeniyle yılda iki kez düzenlemeye başladık. Kermesi her yıl mayıs ve kasım aylarında düzenliyoruz. Hazırlıklarımız aylar öncesinden başlıyor. Bağışlanan eşyalar arasından satışa uygun olanların seçilmesi, kullanıma hazır hale getirilmesi, fiyatlandırılması haftalar sürüyor. Bu hazırlıkları çekirdek bir gönüllü ekiple yürütüyoruz.
İşte, İzmir Ege Artı Engelli Bireylerin Eğitimi Ve Geliştirme Derneği’nin amacı özel çocuklara kendilerine yetebilecek hayati beceri ve eğitimleri verebilmek. Özellikle maddi durumu nedeniyle eğitimden yoksun kalan özel çocuklarımıza bu imkanları sunabilmek için var gücüyle çalışan derneğin Onursal Başkanı İnci Sancak, Kurucu Başkanı Fahriye Tuğcu, görevdeki Başkan Aynur Şahin ve özellikle 5 Mayıs’ta düzenleyecekleri etkinlik için çalışan gönüllülerle bir araya geldik. Bu güzel ekibin nasıl şevkle çalıştığını görünce anladım ki; sevginin önünde gerçekten hiçbir engel duramıyor...
- İzmir Ege Artı Engelli Bireylerin Eğitimi Ve Geliştirme Derneği hangi amaçla kuruldu?
- 2013 yılında özel durumlara sahip bireylerin temel ihtiyaçlarını gözeterek eğitimlerine ve gelişmelerine katkı sağlamak, yetenekleri doğrultusunda, kendi kendilerine yeterli duruma gelebilmeleri için temel yaşam becerilerini ve istihdam alanlarında yer bulabilmelerinin önemini bilen ve bu yöndeki projeleri gerçekleştirmemize yardımcı olmaya hazır, özel eğitime gönül vermiş kişiler tarafından “İzmir Ege Artı Engelli Bireylerin Eğitimi Ve Geliştirme Derneği” kuruldu. Amacımız engelli bireylerin evlerinde yaşamdan uzak kalmayıp hayatın içinde mutlu bir birey olarak yaşamaları. İlk yılımızdan itibaren bu amaçla üniversitelere, kolejlere, eğitim kurumlarına, çok sayıda kurum ve sivil toplum kuruluşuna kapımızı açtık. Biz engelli çocuklarımızın yapamadıklarına değil neleri başarabildiklerine odaklandık. Ve bugün ödüllü sporcularımız, resim ve sanat dallarında ödüllü çocuklarımız var. Amacımız her yıl yaşama aktif katılan, engelleri mutlu ve başarılı olmalarına engel olmayan çocuklarımızın sayısını artırmak.
AMACIMIZ ÇOCUKLARIMIZIN KENDİLERİNE YETEBİLMELERİNİ SAĞLAMAK
- Dernek olarak ne gibi çalışma ve etkinlikler yapıyorsunuz?
Çünkü birçok konuda olduğu gibi maalesef bu önemli konuda da –mış gibi yapılıyor. Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’nün verdiği bilgilere göre hazırlanan yasa tasarısı yeterli değil. Güllü diyor ki;
* Cezalar artırıldı deniyor oysa bu, Türkiye’de sorunun tamamen ortadan kaldırılmasına en az etkisi olacak yöntemdir,
* Saygın duruş, tahrik, iyi hal gibi takdir indirimleri çocuk istismarı davalarında olmamalı,
* Birleşmiş Devletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde 18 yaşına kadar bireyler çocuk sayılırken, bizde kademeli yaş sınırlaması 15 yaştan 12 yaşa indirildi ki bu çok tehlikeli...
Daha gibi birçok madde sorunu çözmekten uzak bir görüntü çiziyor. Bu kadar önemli ve hassas bir konuda Canan Güllü’nün de dediği gibi özellikle hukukçular bu tasarıyı madde madde incelemeli ve istismar olduktan sonra verilecek cezaya değil, istismarın önlenmesine odaklanılmalı...
Tabi gerçekten niyet buysa...
Yoksa, ne kadar günü çocuklara armağan edersek edelim, kırılmış kalplerini, ezilmiş ruhlarını tamir etmek asla mümkün olmayacak...
Kendi oğlu Atlas ve onun arkadaşlarından ilham alarak yazdığı ve çocuklara özellikle evrensel insani değerleri aktarmayı hedeflediği serinin ilk kitabı ‘Mutlu Çocuklar Takımı’na düzenlenen imza gününe Atlas ve arkadaşları da imza attı.
- İlk romanın ‘Gökten Üç Elma Düşmüyor’ ile kadınlar -ki erkekler de bayıldı biliyorum- şimdi ise Atlas’ın dünyası ile çocuklar. Bu geçiş nasıl oldu?
- Yazmak benim için bir tutku. İçimdekileri dışa vurmak hoşuma gidiyor. ‘Gökten Üç Elma Düşmüyor’u yazdığım dönemlerde çocuklara yönelik çalışmalarım da vardı. Önceliği daha uzun zamandır hayalini kurduğum ve bence zamanıdır dediğim için romanıma verdim. Çocuklara yönelik çalışmalarımda bana ilham veren oğlum Atlas oldu. Çocuklarla ilgili çalışmalar yapmak hedeflerimin arasında her zaman vardı. İstediğim olgunluk ve seviyeye geldiğine inandığım zaman Doğan Egmont ile paylaştım ve yayınlanmaya değer bulundu. “Atlas’ın Dünyası – Mutlu Çocuklar Takımı” nın çocuklarla buluşacak olmasından dolayı çok mutluyum.
BİZ TRAVMATİK MASALLARLA BÜYÜDÜK, ÇOCUKLARIMIZ FARKLI OLSUN
- Çok yoğun çalışan bir işkadını ama oğluna da mutlaka vakit ayıran bir annesin. Bir de masal kitabı yazmak zor olmadı mı?
- Aslında kendiliğinden gelişti. Atlas’ı seyahatte olmadığım zamanlarda mutlaka ben uyuturum. İşte o anlar bizim en özel paylaşım saatlerimizdir. Şimdilerde ona kitap okuyoruz ancak iki yaşındayken masallar anlatıyordum. Hepimizin büyüdüğü masalları anlatırken sansürlemem gereken çok yer olduğunu fark ettim. “Kurt anneanneyi yutuyor, sonra avcı kurdun karnını yarıyor, Hansel ve Gretel üvey anneleri tarafından ormana bırakılıyor” gibi şiddet içeren birçok detay vardı. Bizler bu masallarla büyüdük ama insan kendi çocuğuna anlatırken çok travmatik geliyor. Bu nedenle ona kahramanı kendi olduğu Atlas masalları anlatmaya başladım. İçinde tanıdığı kişiler ve mekânlar geçtiği için çok hoşuna gitti. Ve her akşam bana tekrar ettirmeye başladı. O kadar çok anlattım ki, sonunda onları yazmaya karar verdim ve Atlas’ın masalları oluştu. Atlas’ın büyümesine paralel Atlas’ın hikâyelerine başladım.
“36 yıldır gazeteciyim ve yazarken hep bir şeylerin değişmesini umut ederim. Gazetecilik, bir işe yaramak, birilerinin ufkunu açmak, haksızlıkların, aksaklıkların, yanlışların giderilmesine katkıda bulunmak..” diyen Kaya Güler, son kitabı ‘Bayan Değil Kadın’ ile toplumsal cinsiyet eşitsizliğine değiniyor. Ve ekliyor; “Eşitsizlik ortadan kalkıncaya kadar yazmaya, anlatmaya devam edeceğim.”
KİTAPLARIMDAKİ KONULAR GÜNLÜK HAYATTAN
- Biraz özetler misin bugüne kadar olan yayıncılık hayatını?
- 10’lu yaşlarda gazeteci olmaya karar verdim. 20’li yaşlarda Marmara Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirip, efsane dergi Kadınca’da Duygu Asena’nın yardımcısı olarak işe başladım. Sırasıyla muhabirlik, Kadınca Örgü, Dekorasyon ve Moda, Erkekçe’nin Yazı İşleri Müdürlüğü, Söz Gazetesi deneyimi, Rapsodi Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği yaptım. Sabah’ın eki Melodi’de Yayın Danışmanlığı, 9 yıl tüm eklerin Yayın Yönetmenliği... Gelin, Sofra, Bebeğim ve Biz haftalık kadın dergisi Mimoza’yı çıkardım. 40’lı yaşlarda TV8’de “Gözümüzden Kaçmayanlar”, “Söz kadınların” ve Elmax’ta “Aşka Dair” adlı sohbet programını hazırlayıp sundum. Köşe yazarlığı yaptım. En son 2011’de, bağımsız kadın dergisi “Rengarenk Kırmızı” çıkardım. O dönem kadınların başucu dergisi oldu.
- Gelelim kitaplarına...
- Basılı 7 kitabım var. Erkekte Kadın Korkusu, Aşk, Seks ve Kadınlara Dair, Aşk, İş ve Kadınlara Dair, Aşk Eski Bir Yalan, Genç Kızlar ve Aşka Dair, Köpük Annem ve Ben, Kıpkırmızı. Şimdi de “Bayan Değil Kadın.” Bu kitapta da amacım, bugüne kadar hep yaptığım ve yazdığım gibi, günlük hayatta karşılaştığımız basit gibi görünen ama etkileri ve sonuçları çok önemli konulara değinmek. Doğru bildiğimiz yanlışlara yanlış bildiğimiz doğrulara dikkat çekmek. Alışılagelmişin dışına çıkarak aykırı düşünmeye çalışmak. Bir anlamda ezber bozmak...
KADIN OLMAK AYIP SAYILDIĞINDAN BAYAN DİYORLAR
Serginin en çok ilgi çeken özelliği teması oldu. Kendi içinde kavgası bitmiş kadınları, 2 yıllık bir çalışmanın ürünü olan 76 eser ile resmettiğini anlatan Pelit’in sergisi GT Art & Interiors Galerisi’nde.
- Bilge Kadınlar adını neden seçtiniz? Bu temada sizi etkileyen ya da anlatmak istediğiniz ne var?
Tablolarımda her zaman kadınlar oldu. İlk dönemlerimde konular mitolojik figürlerden günümüze gelen zengin bir yelpazedeydi. 2006’da açtığım ‘Masal’ serisiyle küçük kız çocukları doldu tuvallerime. Çocukların eşsiz hayal gücü, umutları, renkli dünyaları, her şeyi yapabileceklerine olan inançları bana ilham oldu. Ruhlarının penceresi olan, kocaman gözleriyle merakla bakıyorlardı dünyaya. Bizler büyüdükçe hayatın ağırlığı ve zorluklarıyla grileşiyoruz, umudumuzu kaybediyoruz. ‘Masal’ serisi bize vazgeçmemeyi, umudu hatırlatıyor. O nedenle resimlerim de çok renkliydi. ‘Düş Çocukları’ ve ‘Düşlerinle Büyü’ serisiyle o çocuklar büyüdü. Kendine yeten, özgür, mutlu kişilere dönüştüler. Şimdi de ‘Bilge Kadınlar’ serisiyle kendi içinde kavgası bitmiş, sakin, yetkin, çağdaş, bilgisi yoğun, bunu başkaları için en doğru şekilde kullanan mutlu kadınlara dönüştüler. Planlamadan kendiliğinden oluşuyor konular. Bundan sonrasını da her fırça vuruşumda süreç içinde oluşacak bir macera olarak görüyorum. Amacım doğru, plastik dengesi, rengi, kompozisyonu yetkin resimler yapabilmek. Konu araç sadece.
- Özellikle kadın portreleri yapmanızın nedeni ne?
Her sanatçının bir seçimi vardır sanat dilini oluştururken. Soyut, somut, renkçi, figüratif... Benim tercihim figüratif, yarı soyuttu. İnsan en iyi bildiğini en güzel yaparmış. Belki de kendimden yola çıktım, tarihsel süreci inceledim, etrafımdaki olayları vizör gibi gördüm yansıttım. Tarihsel süreçte, mitolojide çok zengin bir kaynak kadınlar. Kız çocukları da onların özü. Küçük kız çocuklarının büyümesi ve bilge kadınlara dönüşmesi keyifli bir sanatsal yolculuk bana göre.