Paylaş
Ukalalık olmasın ama o kadar çok kitap okuyunca yazarlar ve kitaplar arasındaki bilgi doluluğunu dolayısıyla da farkı ayırt etmek kolay oluyor.
Geçtiğimiz haftasonu muhteşem bir kitap okudum; İnsanın Anlam Arayışı
İkinci Dünya savaşı sırasında Auschwitz (toplama ve yok etme kampı)’e alınan ve oradaki yaşanmışlıklarının sonucunda elde ettiği çıkarımlarıyla Logoterapi’yi oluşturan psikiyatrist Viktor E. Frankl’in kitabı. Frankl kitabında kamp günlerini, gaz odalarında, yakılarak insanların yok edildiği o akıl almaz şartlarda nasıl ayakta kalıp kamptan kurtulduğunu kaleme almış.
Kitabın her cümlesi öğreti dolu ama beni etkileyen en önemli nokta bir hayale tutunması ve de acıdan keyif alması oldu.
ACI ÇEKMEKTEN, HAYAL ETMEKTEN KORKUYORUZ.
İlişkilerimizde karşımızdaki insana sıkıca tutunuyoruz, bireysel alanına adeta tecavüz ederek aklımızca elimizde tutmaya çalışıyoruz, adına da “çok seviyorum”, “güven”, ”sahiplenme” vs. diyoruz. Her ilişkinin, her an bitebileceğini kabul etmek istemiyor bunu kendimize söyleme cesaretini bile gösteremiyoruz, çünkü acı çekmekten korkuyoruz. Er ya da geç bu korkuyu yaşamamak için farkında olmadan bu korkumuza karşımızdakini de dahil ediyor ama ona sahiplenen, çok seven insan modelini oynuyoruz.
Her birimiz “kendimiz olmak”la övünüyoruz ama aslında her birimiz kendimize bile oynuyoruz.
Kendin olmak bana göre her duyguyu inkar etmeden yaşayabilmektir. Seni, sen yapan pranga vurmadan yaşabildiğin her duygundur.
İnsan mutluluğun ve güzelliğin içinde gelişemez, kendini keşfedemez. Çünkü zaten her şey güzeldir, çabaya gerek yoktur. Zihinsel ve ruhsal çaba olmadığında büyüyemez yürek denizi, zihin göremez derinleri.
“Üstünlük gerektiği takdirde acı çekmesini bilmektir” diyor Viktor Emily Frankl, ama bizler kaçıyoruz, korkuyoruz.
BİR HAYALİ DE SEVEBİLİRSİN.
Hayal etmekten korkuyoruz çünkü temelinde yine acı çekmekten korkuyoruz. Sahip olma arzusuyla hayal ediyoruz ama sahip olamayacağız korkusuyla hayal etmekten vazgeçiyoruz yani acı çekmek istemiyoruz.
Hayal kurarken maddesel dünyadan enerjisel boyuta geçişimiz, maddesel boyut ile tüm bağları koparışımız ve bunun sonucunda yüzümüze oturan tebessüm, o an ki huzurumuz ve her şey gerçekmiş gibi hissettiklerimiz...sizin “hayal” dediğiniz şeye ben “gerçeğin ta kendisi” diyorum.
Asıl özgürlük orada, orada korku yok, orada endişe yok, orada her şey tam istediğimiz gibi ve bu insanı güdüleyen en büyük güç. Biraz kuantum fiziğine girecek olursam; beynimiz hayal ile gerçeği ayırt edemiyor. Hayal kurarken hissettiğimiz coşku, yüzümüze oturan tebessüm bunun en gerçekçi kanıtı. Hayal etmek düşüncelerin harekete geçmesi demek, düşüncelerin harekete geçmesi beynin harekete geçmesi demek, beynin harekete geçmesi hormonların harekete geçmesi demek, hormonların harekete geçmesi dışarıya enerji üretmek – göndermek demek. Dışarı yaydığımız enerji bize geri döner, dolayısıyla bu tam bir döngü. Her enerji kendini maddesel boyutta gerçek kılmak zorunda, iyi ya da kötü. Yani, her düşünce zihin tarafından hayal ya da gerçek diye ayrıştırılmadan gerçeğe dönüştürülür.
Hayal etmekten korkmayın. Size kendini kandırmak gibi gelen şey aslında sizin en büyük güdüleyici motivasyon aracınız. Ya "olmaz ki” diyerek baştan acı korkunuza yenilirsiniz ya da güdüleyici pozitif enerjinin bedeninize girip zihninizden çıkarak maddesel boyutta gerçekleşmesine izin verirsiniz.
Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.twitter.com/aycakn
www.instagram.com/aycakn
Paylaş