"Sayın Atilla Türker... Ramazan ayı vesilesi ile 13 Ekim 2006 tarihindeki
Ankaraspor yönetimiyle spor basınının buluştuğu iftar yemeğimize
teşriflerinizden ötürü şükranlarımı sunar, başarılarınızın devamını
dilerim."
Belli ki bu faks, yemeğe katılan tüm basın mensuplarına gönderilmiş. Herkese teşekkür edilmiş.
Ne hoş bir yaklaşım. En azından, benim için çok hoş!
Spor camiasında pek alışık olmadığımız, kibar ve saygıdeğer bir davranış.
Şimdi hemen "Ne var bunda. Bu kadar da olsun. Altı üstü, yemeğe gitmişsiniz, Hilmi bey de teşekkür etmiş" diyebilirsiniz.
Öyle değil işte. Kesinlikle öyle değil. Neler gördük, neler görüyoruz, biz bu camiada. Hilmi Gökçınar, bir istisnadır. Daha doğrusu, azınlıkta kalan bir isimdir.
Şöyle ki... Başkan geçinen, yönetici geçinen, çok ilginç insanlarla
iç içeyiz, biz... Görseniz, yaşasanız, inanamazsınız.
Spor yazarının kuyusunu kazarlar. Dedikodusunu yaparlar. İftira atarlar.
Ağızlarını bozarlar. Korkutmaya çalışırlar. Bazılarını korkuturlar. Patrona şikayet ederler. Adam kovdururlar. Sürekli yalan söylerler. Söylediğini inkar ederler. Ortalığı gererler. Hakaret ederler. Çark ederler. Doğruyu yazana savaş açarlar. Ambargo koyarlar. Kulübün tesislerine sokmazlar. Yalakalara kucak açarlar. Karşılıklı kucaklaşırlar. Vesaire, vesaire...
Bu bakımdan, şaşırmamı çok görmeyin, sevgili dostlar.
Saygınlığı korumak ve saygılı olmak, bir yaşam biçimidir. Herkes yapamaz.
SALATA NASIL OLSUN?
Allah şifa versin, Kazım Kanat ağabeyimiz, Hakan Şükür’ün attığı dört gol için "O golleri, ben attırdım" dedi.
Hakan’ı yıllar önce adeta vatan haini ilan eden Kazım ağabey, her şeye
rağmen, yine de mütevazı davranmış.
Pekala, "Hakan’ın bugüne kadar attığı 400’e yakın golde de benim imzam
vardı.." da diyebilirdi.
Şimdilik dememiş, demiyor. Yarınlarda der mi, bilemiyoruz.
Belki de fazla kızmamak gerekiyor, Kazım abi ve Kazım abi gibilere.
Nasıl olsa konuşmak, yazmak, palavra atmak, bedava. Para isteyen yok.
Tükürdüğünüzü yalarsınız, olur biter. Hatta yalamayan da çıkıyor. Nasıl olsa, hesap soran olmuyor.
Yeri ve zamanı gelmişken, çevremize şöyle bir bakalım.
Herkes dürüst, cesur, delikanlı, bilgili, kalender, eli açık. Tabii lafta. İcraata dönünce, iş değişiyor. Daha doğrusu, işin ve adamın, rengi değişiyor.
Size ufak bir öneride bulunalım. Test, önerisi...
Şöyle ki, "Doğru ve dürüst adamım" diyen bir zat-ı muhterem, bulduğu ufacık bir koltuk için, kendini ve etrafındakileri satıyor mu? Ya da, üç kuruşluk maddi menfaat uğruna, söylediklerini afiyetle yiyor mu?
Eğer, satıyor ve yiyorsa... Bırakın satsın ve yesin...
Yine bırakın, istediği kadar konuşsun, istediği kadar palavra atsın.
Yapılacak bir şey yoktur, artık. Bitmiştir. Bitmeye mahkumdur.
Düzelme olmaz. Alışkanlık yapmıştır.
Ve ne yazıktır ki... Bu zat-ı muhteremler, bittiklerini bilmezler.
Hala konuşurlar. Laf salatası yaparlar. Kendilerini kandırırlar.
Paranın ve koltuğun gözü kör olsun.
Kimleri bitirmedi ki...
YALANCI YILDIZLAR!
Sene, 1976 olsa gerek. Yani tam 30 yıl önce. Gençlerbirliği’nde oynuyordum.
Genç takımın kaptanıydım.
Amatörlere ilgi, o zaman da pek yoktu. Gazetelerde maçlar yayımlanmazdı.
İlgi gösterilmezdi. Sadece Hürses hariç!
Benim evim, Kurtuluş’ta 1. Dedeefendi Sokak’taydı. Hürses Gazetesi ise,
İncesu’da İmrahor Caddesi’ndeki bir büfede satılırdı. Başka yerde yoktu!
Büfeye iki tane Hürses gelirdi. Birini ben alırdım.
Bunun için de haftanın belli günlerinde Dedeefendi Sokak’tan, İmrahor
Caddesi’ne kadar yürürdüm. Yaklaşık yarım saat boyunca.
Hem de ne zaman biliyor musunuz?
6.30’da. Sabahın köründe.
Büfeye gidene kadar da heyecandan ölürdüm. Acaba bir gün önce oynadığımız
maçtan, kaç yıldız almıştım!
Üç yıldıza layık görüldüğüm takdirde, değmeyin keyfime! Dünyalar benim olurdu. Hava atardım.
Hele hele haftanın karmasının yapıldığı günler. Yüreğim dayanmazdı. Ölürdüm!
İşte bu hırs ve heyecanla bir yıl sonra A genç milli takım formasını giydim.
Antrenörümüz, Erkan Kural idi. Halen Türkiye Futbol Antrenörleri Derneği
Ankara Şube Başkanlığı yapan Erkan hocanın, Türk futboluna büyük hizmetleri
dokunmuştur. Öyle ki, o dönem A genç milli takımda oynayan futbolcuların
tamamı, daha sonra A milli takımda forma giydi.
Ben hariç!
Genç milli takımda oynadıktan iki yıl sonra Gençlerbirliği’nde profesyonel
takıma yükseldim. Gençlerbirliği, o zamanlar ikinci ligdeydi.
Bir sezon oynadım.
Sonra bıraktım. Çeşitli nedenlerden dolayı faal futbolculuğa veda ettim.
Aynı yıl içinde, Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu
kazandım. Gazetecilik maratonuna adım attım.
Peki, tüm bunları niye yazdım?
Hani, her sabah büyük bir heyecanla aldığım Hürses Gazetesi vardı ya! Malum,
yıldız tablosu yayınlıyordu.
Yıldız tabloları, meğer hayal mahsulü imiş. Maçları, herhangi bir muhabir izlemiyormuş. Masa başındaki bir kişi, elindeki kadrolar doğrultusunda,
kafasına göre yıldız veriyormuş. Uyduruyormuş.
Ben bunu öğrendiğimde, futbola veda etmiştim bile.
Gazetenin sorumlusu, yıllar sonra bizzat açıkladı bana. İyi mi!
Şu yalan dünyada, bazen yıldızlarımız bile yalan oluyor.