Ankara’da da bu kentin klasik ayazına inat baharı müjdeleyen bir güneş var son günlerde. Ayazı daha da vurgulayan... Hava tahminleri de yaklaşan baharı müjdeliyor. Bizlerin vücut takvimi de... Her ne kadar her geçen sene bu kent biraz daha tanınamaz hale geliyorsa da, bir bahar sabahında sokaklara vurmak kendini hala kırıntısı da olsa bir umudu yeşertiyor. Gözlerimizi o bahar sabahına kapatıp, kentin hayallerimizdeki siluetini koklayabilmek bile bir hediye haline geliyor zaman zaman. Hatırlıyorum da, Gelincik Sokak’taki bahar habercisi çağlaya uzanıp, dalından koparıp dişlediğimiz o geceden uzayan sabah saatleri... O günler ne ulaşım krizi vardı gündemimizde, ne de kentin pahalı hizmetleri. Bulvar henüz bozulmamış ya da özel halk otobüsleri icat edilmemişken. Hani biraz daha çocukluğa uzansak, troleybüslerin Kuğulu Park’a yanaşması gelecek gözlerimizin önüne. Sanal, kısır, sonuçsuz tartışmaların içinde boğulmamış, alışveriş merkezlerine tıkılmamış zamanlar. Özgür, alabildiğince uçsuz bucaksız gibi gözüken, hiç bitmeyecek gibi gelen zamanlar... O günlerde ne bahar yorgunluğu bozuyor ritmimizi, ne de saçma sapan kifayetsiz bir tartışma. Bir kardeşim elinde kalemi önce bir çay yaprağının öyküsünü yazıyor, sonra da sabahlara uzanan geceleri. Kimbilir belki de yazmaktan vazgeçmeden hemen önceye denk düşüyor o satırlar: “Bir ritimle gidiyoruz. Gideceğimiz yer belli, ne hoş. Varacağımız zaman.” Üç kişiyiz, sokaklar bizim 24 saat boyunca o günlerde ve varacağımız yerin hiç değişmeyeceğini sanıyoruz. Sokakların ölmeyeceğini düşünüyoruz, zamanın kopmayacağını... Ve bu kentin hiç bozulmayacağını. Her ne kadar bir bahar gelip tamir etse de zamanı bir ıslıkla toplanan çocukluk anılarımız bohçamızda bir bahar sabahı uzanıyoruz o çağla dalına.