ANKARA’da son günlerde herşey sanki ışık hızında ilerliyor.
Güne bir konuyla başlıyorsunuz, öğle arası vermeye gelmiyor.
Hemen yeni bir başlık gelip konuveriyor gündemin göbeğine. Alın size Mehmet Ali Ağca’nın tahliyesi. Göğsünü gere gere çıktı cezaevinden. Sanki Abdi İpekçi’nin katili değil de düşünce suçlusu. Baktım, bundan tam dört yıl önce gazetelerde iki sütunluk bir habermiş Ağca’nın 18 Ocak’ta tahliye edileceği: “Kartal Cumhuriyet Başsavcılığı, Mehmet Ali Ağca hakkında yeni bir müddetname hazırlayarak, 18 Ocak 2010’da tahliye edilmesini kararlaştırdı.” Göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş bu dört yıl. Bakın şimdiden Ağca ile ilgili haberler, “Otoyola köpek atıp gitti” noktasına kadar geriledi. Abdi İpekçi’nin katlini değil de Ağca’yı konuşuyor herkes. Popüler kültür, nasıl kahramanlar yaratıyorsa, karşısına kötü kahramanları da yerleştiriyor. Ağca neredeyse bu kadrodan maaşa bağlanacak. Üstelik Hrant Dink’in katledilişinin yıldönümünde yaşanıyor bu sahneler. Onun katil zanlısının cinayetin hemen ardından verdiği pozların vicdanlarda açtığı yarayı daha da kanatarak… Bu kadar hızlı akan gündem, zihinlerde de kalıcı hafıza kayıplarına neden oluyor şüphesiz. Ve dezenformasyonlara... İletişim çağı artık herşeyi şeffaflaştırdı, bilgilerin gizliliğini ortadan kaldırdı diyoruz ya. Aslında bir o kadar da yalanları, yönlendirici yanlış bilgileri çoğalttı. Üstelik arasından ayıklamasını zorlaştıracak kadar çoğalttı. Ağca’nın izdüşümü, bugün 20 yaşında bir genç için nasıldır acaba? Ülke tarihinin bir çok gizemli noktasında parmağı bulunan, hangi karanlık ilişkilerin neresinde yer aldığına dair netlik olmayan, Papa’yı öldürmeye çalışmış, bir gazeteciyi de katletmiş, bir can almış bir katil olarak mı? Yoksa özel korumalar eşliğinde, beş yıldızlı otellerde, lüks arabalarda gezen popüler bir figür mü? Evet hiç kimse direkt olarak olumlamıyor Ağca’yı. Ama izlettirilen tablo öyle ki, Ağca’yı katillikten alıyor, masum bir popüler kültür ikonu haline getiriyor. Ve bu da sanki katile teveccüh gösteriliyormuş gibi hissettiriyor.