"ANKARA’da benim gençliğim, orta yaşım, her şeyim var."
Prof.Dr. Üstün Dökmen, bu kente dair hepimizin kalbine işleyen sözler söyledi.
Genç arkadaşımız Rüya Yelsalı’nın mülakatı renklendiren başarılı sorularını yanıtladı Dökmen. Ankara Hürriyet’te dün okudunuz.
Ankara tartışılırken, hep İstanbul üzerinden konuşulur.
Boğaz, eğlence hayatı, kozmopolit yapısı, heyecana ve maceraya açık sokakları anlatılır İstanbul’un.
Yahya Kemal her daim referanstır. İstanbul’a dönüşü sevdiği için.
Bizler de hep tersini söyleriz. Ankara’ya döndük mü, bir kış vakti soğuktan, evimizin sıcak salonuna kaçmış gibi hissederiz.
İstanbul büyük imparatorluklara başkentlik etmiş bir şehir.
Ama cumhuriyetten bu yana değil.
Üstün Dökmen ekliyor:
"İstanbul, iki imparatorluğun şehri oldu, ama İstanbullu, İstanbullu olmaktan pek gurur duymaz."
Bizler hep zaferin, devrimin başkenti olarak görürüz Ankara’yı. Gururumuzu da okşar bu.
İstanbul işgal, Ankara devrim şehridir.
Ve her işgal, biraz işbirliği getirir.
O yüzden İstanbul’da hep başkent ismini Ankara’ya kaptırmanın kompleksi vardır biraz.
Algımız değişti
Dökmen, şehrin ne renk değil, yaşayanların onu nasıl algıladığının önemli olduğunu vurguluyor.
Bizim Ankara algımız da değişti son 15 yılda.
Eskiden, cuma akşamları Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın konserlerinin biletleri pazartesi sabahı satışa sunulur sunulmaz biterdi. Askeri darbenin cumhurbaşkanıydı ama cuma akşamları adını taşıdığı orkestarının konserlerini kaçırmazdı Kenan Evren. Onlu yaşlarımın başındaydım, bir cuma akşamı Gürer Aykal, yeni salon için bir konuşma yapmıştı konserden önce. Hala değişmeyen tek şey de bu oldu zaten; CSO’ya biz çocukken verilen yeni konser salonu sözünün tutulmaması.
Bu kente yıllardır ne bir tiyatro salonu yapıldı, ne de bir kültür merkezi. Hala AKM için Milli Komite’nin bitmez tükenmez toplantıları sürüyor.
Devlet Tiyatroları’nın bu konudaki çabası göz ardı edilemez şüphesiz. Genel Müdür Lemi Bilgin’in çabalarıyla kapanan Akün Sineması tiyatro olarak bizlere ait kalmayı sürdürüyor. Aynı şekilde 125.Yıl Çayyolu Sahnesi izleyenlere perdesini açtı.
Peki belediyelerin sanata karşı tavırları?
Örneğin, bu şehirde ne kadar heykel var? Ya da son 15 yılda dikilen heykellerle, geçmişte dikilmiş ancak son 15 yılda kaybolan heykelleri karşılaştırsak nasıl bir sonuç çıkar acaba?
Hangi özel tiyatro hayatta kalabiliyor bu kentte? Oysa Ankara’ya turneye gelen tüm oyuncular korkardı Başkent izleyicisinin zor beğenisinden.
Evet bizim Ankara algımız değişti. Değiştirilmek isteniyor.
Gelişime gebe değişim
Değişime direnenlerden değilim. Ancak değişimin, gelişime gebe olmasını bekleyenlerdenim.
Yakınlarda, uzun zamandır gitmediğim eski eğlence merkezlerinden birine uğradım.
Geçmişte tuvaletlerinin temizliğiyle övünen bu yerde artık paçalarınızı sıyırmadan yürüyemiyordunuz.
Kağıt havluların yerini eski model bir el kurutucusu almıştı.
Ne tanıdık bir simaya rastlıyordunuz, ne de gülümseyen bir yüze.
Ve insan soramadan edemiyor.
Eğlence biçimlerimiz, kültür sanat yaşamımız sevimsizleşiyorsa...
Aynı şehrin havasını solumaktan gelen kardeşliğimiz bozuluyorsa...
Ve sizin eskiden müzik dinlemekten keyif aldığınız bir yerde...
Kötü bir davulcu, asla yakalayamadığı müzikteki yüzünün kızarıklığını güçlü tuşeyle kapatmaya çalışıyorsa...
Yaş aldığınızdan farklı açıklamaları olmalı bunların.
Biz şiirle konuşuyoruz
Üstün Dökmen, Atatürk’ün Celal Bayar’a Ankara’nın 35 ışığını saydırdıktan sonra "Ya, demek otuz beş oldu. Biz buraya geldiğimizde hiç ışık yoktu" sözlerini anlatıyor bize.
Ama bu şehir geceleri yaşamıyor artık.
Bakın 15 yıl önce geceleri hayatını sürdüren, gözlerini yaşama erken kapatmayan bir şehirdik.
Bugün geldiğimiz noktada evlerimizden çıkmayalım diye gece ulaşımımızı yok ettiler.