KIZILAY benim çocuk zihnimle kaybolduğum ilk adresti.
Atakule yoktu o zaman.
Ve Çankaya son duraktı, ötesi "temiz hava şehri OR-AN"a uzanan gizemli bir yoldu.
Ablam Aytaç, kuzenim Sıla ve ben, bugün Atakule kavşağı olarak adlandırılan, o zamanlarda ne olduğunu bilmediğim dört yol ağzından taksi dolmuş olarak çalışan sarı siteyşın Amerikan otomobiline atlamış, arkanın bir önünü üçlemiştik.
Hergün bir bomba patlıyordu sokaklarda, biri can veriyordu.
Askerler ya çıkmışlardı kışlalarından ya da çıkmaya hazırlanıyorlardı. Sokak siyasetini hatırlamak için çok küçüktüm.
Kızılay’a inmiş, boynumuz kırılırcasına kafalarımızı yukarı dikmiş, salak salak gezinmiştik.
O zamanlar Gama İşhanı da yapılmamıştı henüz.
Cebimizde eve dönecek paramız olmadığını anladığımızda, zaten cebimizde evimize dönecek paramız kalmamıştı.
Kaç yaşında mıydık?
Birimiz belki beş, diğerimiz altı, bir başkası bilemedin yedi.
Eve nasıl dönmüştük, taksi dolmuşun şoförüne mi yalvarmıştık, yoksa jetonlu bir telefondan evi arayıp -ki numara çevirmeyi bilip bilmediğimizden bile şüpheliyim- ’Bizi gelip alın mı’ demiştik hiç hatırlamıyorum.
Belki de bu detay, hikayenin en önemsiz noktasıdır.
Daha sonraları SSK İşhanı yapılmıştı, devasa.
Kızılay, metro için trafiğe kapatılmadan, vagon restoranlarda bira keyfi yapmadan daha önceydi sanırım.
Karanfil-Konur-Yüksel üçgeninde bir kalp atardı.
Çok değil, az evvel bugünden.
Karanfil-Konur atardamarını buluşturan Yüksel Caddesi, o zamanki Büyükşehir Belediyesi’nin organizatörlüğünde yeni yıla Bulutsuzluk Özlemi’nin melodileriyle girildiği bir adresti.
* * *
Çok değil, bugünden en fazla 20 yıl önce, 90’ların başında...
Gençler, gitarlarını alıp akşamüstü güneşinin vurduğu sokakta müzik yapar, Dost Kitabevi’nin, Mimarlar Odası’nın, Mülkiyeliler Birliği’nin önündeki alanda şarkılarını çalardı. Herkes bir diğerine, bildiği bir kaç armoniyi öğretirdi.
Henüz zengin-fakir makası bu kadar açılmamış, sokaklar simit "sarayları"nın egemenliği altına girmemişti.
Panburger vardı, haşhaşlı ekmeğe tostu, içine patates kızartması konulan orijinal köfte ekmeğiyle...
Bon Jour’un bulunduğu Meşrutiyet’e yaya üst geçidi prangaları takılmamıştı henüz.
İşporta olarak sahaflar, kıraathane olarak Engürü Kahvesi...
Buluşmak için Vakko’nun, YKM’nin, Dost’un önü...
Sevdiğinden ayrılmak için bulvardaki otobüs durakları vardı.
* * *
Bugün Konur-Karanfil Sokak bölgesi artık, ucuz don, toka, kemer işporta tezgahlarının krallık bölgesiyse...
Bugün bir tek Dost Kitabevi kaldıysa, layıkınca ayakta duran...
Sakarya’nın hali ortadaysa ve esnafı ayağa kalkmak için bile biraraya gelemiyorsa...
Herkes alsın takkesini önüne, bir zahmet düşünüversin.
Ve gelecekte birileri bu satırları Bestekar-Tunus-Tunalı üçlüsü için yazmasın istiyorlarsa...
Bugün Başkent’in "ortalama" eğlence merkezi durumunda olan ve üstelik "yayılan" Kavaklıdere’nin esnafı, takkesini erkenden kucağına koysun.
Ulus, Kızılay, Sakarya ve Konur-Karanfil hattının geçmiş 15-20 yılı, herkese ders olmalı.
Kavaklıderem Derneği’ne de bu semti, sadece eğlence değil, eskiden bu yana devam edegelen kültür ve sanatın da merkezi olma özelliğini sürdürecek birlikteliklerin adresini bünyesinde toplama görevi düşüyor.
Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık da bu bölgeye dikkat etmeli.
Her ne kadar biz çocukken bir siteyşın arabanın arka koltuğunda kentte kaybolan üç kardeş, bugün dünyanın dört bir yanında birbirimizi kaybetmişsek de...
Başkent’in, eğlence, kültür-sanat yaşamı böyle dağılmasın.
Her yazar, yazısını kutsar, kısaltmaktan korkar.
Lütfen bu uzun yazıyı sonuna kadar okuma zerafetini gösteren herkes, yazarının, kendi satırlarını değil, kenti kutsamak ve kaybetmemek arzusu içinde olduğunu bilsin.