EVET, hayat dizginlenemez bir hızla akıp giderken, durup dinlenmek kulağa güzel geliyor olabilir.
Ama bir gerçek var.
Kent kişisel yorgunlukları, dinlenme, mola verme isteğini iplemiyor.
Nefesi tükenenleri geride bırakıyor ve hızla yoluna devam ediyor.
Tıpkı kentle beraber gündelik yaşamda kullandığımız dilde olduğu gibi.
Dil de bizi beklemiyor. Son sürat yol alıyor. Bazen sığlaşıyor, bazen gelişiyor.
Ama yerinde durmuyor.
Dil konusunda tutucu biri değilim, dilin zaman içinde geliştiğini, evrildiğini bilirim.
Bazı yabancı kelimelere illa ki abuk Türkçe karşılıklar bulunması gerektiğine de inanmıyorum.
Ancak "Herıld yani" gibi 80 üretimi nidalara da hiç ısınamamışımdır.
Bu topraklardan çıkmayan, kişisel coğrafyamızla uyuşmayan apartma bir ifadedir.
***
Dilin en kıvrak arenalarının başında geliyor şiir sanatı.
Bu arenanın en cesur şövalyesi ise Can Yücel.
Can Baba’nın Portreler kitabına yazdığı önsözde Aydın Çubukçu, Yücel’in kendini ifade etme arzusunu, resim sanatını örnek göstererek özetliyor:
"Belki de; yeryüzüne baktığında gördüğü her şeyin kelimelerle, seslerle ya da renkler ve çizgilerle defalarca farklı biçimlerde anlatabilmesinin olanakları karşısında duyduğu derin hayranlıkla ilgiliydi. Anlatabilmenin biçimleri ve araçları değiştikçe, bir de bunlar arasında durmadan birbirlerinden doğan ve birbirlerini doğuran yenilere ortaya çıktıkça, anlatılan şeyin daha derinden bilinmesine doğru bir yol bulduğunu düşünenlerdendi."
Kısacası; dil deviniyor ilerliyor.
O önde, biz arkada...
Turgut Uyar için yazdığında Can Yücel dille dansediyor:
"Ben Turgut’la okuşup koklaştığımda / Yaşamanın umman soluğunu soluduğumda / Denize açılır olurdum hep / Fethe çıkarcasına "Dünyanın En Güzel Arabistanı"nı / Şiirimizin o en kızıl saçlı levendiyle..."
***
Kızılay’dan dolmuşa biniyorum.
Dolmuşun yanında bir adam bağırıyor:
"Armadotti, armadotti... Hadi bir iki, armadotti..."
Doğma büyüme Ankaralıyım, hiç Armadotti diye bir yer duymadım. Üstelik benim içinde olduğum dolmuş gidiyormuş Armadotti’ye...
Biraz daha kulak kabarttım aslında ne dediğini anladım:
"Armada ODTÜ, Armada ODTÜ... Hadi bir iki, Armada ODTÜ..."
Dil zekidir, hayatla paralel akar gider, sizi beklemez.
Yaslandım arkama gülümseyerek.
Yaşam önde, ben arkada koşturarak işe gittik.
Tünellerden geçme sanatı
HER akşam, binlerce insan gibi ben de Eskişehir Yolu’ndan şehir merkezine doğru gitmeye çabalıyorum.
Bu meşakkatli yolculuk sırasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2004 yılında açılışını yaptığı iki tünelden geçmeniz gerekiyor.
Malum, bu alt geçitler kavşaklardaki yükü azaltıp, trafiği rahatlatmak için yapıldılar.
Ama sonuçları hiç de öyle olmadı.
Şehir merkezine giderken, tünellerden geçmek yerine, tünelin üstünden gidip birer dakikalık ışık beklemek çok daha hızlandırıyor yolculuğu.
Yani trafik rahatlasın diye yapılan tünelden gitmezseniz, daha rahat bir yolculuk yapmış, daha az stres yaşamış, daha az benzin harcamış oluyorsunuz.
Tünellerin tek faydası, üstte kalan yolu oluyor böylece.