Paylaş
Sıcak havayı gelmeden ayrı konuştuk, geldiğinde ayrı.
Eyyam-ı Bahur’un sözü çok edildi ama aslında İstanbul’un çok daha kavurucu günleri olmuştu.
Bunlardan biri 1966 Temmuz’un son günleriydi.
İstanbullular gündüz 41 dereceye kadar yükselen sıcaklarla mücadele ediyordu. Isı farkının çok olmadığı kent, geceleri de rahatlamıyordu.
Boğaz’da sahile iskemle atanlar mı istersiniz, geceyi parklarda geçirenler mi...
Denizin sıcaklığı 25 dereceyi bulmuştu. Denize atlamak bile serinletmiyordu. Yine de gençler geceleri kendilerini Boğaz’ın sularına bırakıyordu.
Kimisi de kıyıda suyun içine masasını sandalyesini koyuyor, denizde oturuyordu.
Herkesin gündemi bu sıcaklardı. Hürriyet de 24 Temmuz günü bu haberi bol fotoğrafla manşetten vermişti:
“İstanbullular, boğucu sıcaktan geceyi sahillerde geçirdi.”
Sevindirici kısmı ise sıcaklığın bir nebze de olsa düşmesiydi. İstanbullular, 35 derecelik havaya razı olmuştu.
Tüm sıkıntılara rağmen aslında ortam da bayağı şenlikliydi.
SICAK, SICAK, SICAK
Bir başka sıcak yıl ise 1973’tü.
Yine temmuz ayının son günlerinde Afrika ve batıdan gelen kavurucu sıcaklar sadece İstanbul’u değil, yurdun dört bir yanını yakıyordu.
19 Temmuz tarihli manşet “Sıcak bunaltıyor” diyor, bir de not düşüyordu:
“Manisa’da 2 kişi öldü, ağustosta sıcak daha da artacak.”
Hürriyet bir sonraki gün milletin isyanını “Sıcak sıcak sıcak” manşetiyle sayfasını taşıdı:
“İnsan bu havada çıldıracak hale geliyor.”
Gerçekten de halk çalışamaz durumdaydı. Bugünkü gibi klimalar da yoktu.
Bir süre sonra yaz nedeniyle İstanbul’da çalışma saatleri de değiştirildi.
Arşivdeki bu haberleri görünce ister istemez, “Siz bugünkü havaya sıcak mı diyorsunuz?” diyesi geliyor insanın.
Paylaş