Paylaş
Evet, bugün için garip geliyor ama o güne kadar tek bir televizyon kanalı vardı. O da sabah 08.00’de başlayıp, gece 00.30’da kapanıyordu.
Uzaktan kumanda diye bir şeye ihtiyaç duyulmayan bir dünya düşünün.
Aslında TRT’nin ikinci kanalı TV2, 15 Eylül’de deneme yayınlarına başlamıştı. Ama çoğunlukla TRT1’le aynı programları yayınlıyordu.
6 Ekim günü kanal AKM’de düzenlenen tören ve Başbakan Turgut Özal’ın konuşmasıyla resmen açıldı.
Açılış için TRT hiçbir masraftan kaçınmadı. O dönem Self Control şarkısıyla ünlenen Laura Branigan 25 bin dolar karşılığı TRT’ye çıktı.
6 EKİM 1986
TEMKİNLİ İYİMSERLİK
TV2’nin yayınının sadece İstanbul, Ankara ve İzmir’de, üstelik bu şehirlerde bile çok sınırlı bölgelerde izlenebilmesi halkta “temkinli bir iyimserlik”le karşılandı.
İşin teknik kısmı çetrefilliydi. UHF bandına geçilecek, düğme çevrilerek kanal aranacaktı.
Hatta ikinci bir antenin gerekip gerekmeyeceği bile belirsizdi.
6 EKİM 1986
TV2’de ağırlıklı olarak kültür sanat, belgesel ve yarışma programları olacaktı.
Ama bence o günkü tartışmaların en ilginci Kelebek’te yaşanıyordu.
EKRANIN ESİRİ OLMAYIN
Türkiye’nin iki televizyon kanalına sahip olması acaba yeni sorunlar getirecek miydi?
Kelebek’in “Çifte kanallı tatlı bela” başlıklı sayfası uzmanlara da mikrofon uzatıyor, “Aman ekranın esiri olmayın” diyordu.
Feyza Algan imzalı haberde göz doktorları uyarıyor, pedagoglar uyarıyor, cerrahlar, diyetisyenler, psikologlar kısaca herkes uyarıyordu.
Tele-kolik misiniz testi bağımlılığı ölçüyordu.
“Yavrunuz da mı esir?” testi bugün için gülümseten sorularla çocukları radarına alıyordu.
Çocuğunuz oyuncak otomobilinin adını Kara Şimşek olarak değiştirdi mi?
Reklam isimlerini, müziklerini ezberledi mi?
Yemeğini ekran karşısında mı yiyor?
Yemeğini hızla yiyip Cosby Ailesi’ne mi koşuyor?
Tabletsiz, cep telefonsuz zaman geçiremeyen çocukların yaşadığı günümüz için ne kadar da naif sorular.
Bugün değil televizyon, cebimizdeki telefonla bile yüz binlerce videoya ulaşabildiğimiz düşünülürse...
Uzmanlar o dönem biraz abartılı yangın yapmışlar.
İşin buralara varacağını bilselerdi “Aman ha aile düzeniniz bozulur. Kanal için kavga etmeyin” uyarılarında bulunurlar mıydı acaba?
SERÇEZEDE GAZETECİ
ŞİNASİ Nahit Berker, Türk basınının en ünlü isimlerinden biriydi. “Gazeteci olunmaz, doğulur” kitabına isim olarak koyduğu bu sözü hafızalara kazınmıştı.
Nüktedandı, mizah dolu kalemi çok etkiliydi.
Cezaevi maceraları çoktu. Birçok kez içeride yatmıştı. Ankara Ulucanlar Cezaevi’ndeki “Hilton Koğuşu”nun isim babası da oydu. Şimdi anlatacağım, Berker’in başına gelen hikâye çok da rastlanır cinsten değildi.
KÖR MÜSÜN KARDEŞİM?
Ünlü gazeteci, bir hafta önce tanıştığı Nicole isimli Fransız misafiriyle Ada turu yapıyordu.
Tam görünmez kaza oldu, serçelerden biri gagasıyla Berker’in sağ gözüne çarptı. Hemen bir klinikte gözüne pansuman yaptıran Berker,
ertesi gün Haydarpaşa Numune Hastanesi
Göz Kliniği’ne gitti.
Doktorlar ameliyat olsa bile görme ihtimalinin çok az olduğunu söylüyordu.
Berker, bu kazadan sonra yaşadığını da yine kendi mizahi diliyle anlatıyordu haberde:
“Dün Nicole’e trendeki yerini ayırttık. İstanbul Lokantası’nda kısa bir veda yemeği vereyim dedim. Onun sırt çantasını yüklenmiştim. İki valizi de ellerimde idi. Sirkeci’den karşıdaki lokantaya geçerken neredeyse bir otobüsün altında kalacaktım. Herhalde şoför beni turist zannetti. ‘Ulan kör müsün’ diye bağırdı. Ben de ‘Başımdaki sargıları görmüyor musun? Körüm. Sen kör müsün ki üstüme geliyorsun’ diye cevap verdim. Halimi görenler şoföre yüklendiler. ‘Adam kör be! Görmüyor musun?’ dediler. Bu ikinci badireyi de atlattıktan sonra yemek yedik ve Nicole’ü Fransa’ya uğurladım.”
1 EKİM 1967
Berker, o andaki kendi durumuyla bile dalga geçmeyi becerebilen biriydi. Ameliyatın sonucunun ne olduğunu bulamadım.
Ama arşivde Berker’in kör kaldığına ilişkin hiçbir haber de yoktu.
Paylaş