Fransa’nın dağ köyünde saraylara layık bir lokanta
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
La Turbie, Fransa-Monako sınırında bir ortaçağ dağ köyü
Milattan önce 14 yılında Romalılar tarafından ele geçirilmiş olan bu köyden, Fransız Rivierası denilen uzun sahilin panoramik görünüşü ömre bedel. Zaten Romalılar da bu stratejik konum yüzünden işgal etmişler: Sol tarafta İtalya’nın San Remo kenti, sağ tarafta da St.Tropez’ye kadar her yer ayaklarınızın altında. Aşağı baktığınızda da Monte Carlo’nun tüm cazibesi yakın plan karşınızda. Köyün ortaçağdan kalma daracık sokakları, zaten yayla havasına sahip olan La Turbie’nin evlerini güneşten koruyup her daim serin yapıyor. Kıyıdan 600 metre yükseklikteki bu güzeller güzeli köyü cazip kılan bir başka unsur da, yine ortaçağdan kalma bir binada yer alan Hostellerie Jerome isimli bir Michelin yıldızlı lokanta.
Geçen hafta sizlere Brüksel’le ilgili gastronomik deneyimlerimi aktarmış, bu güzel şehirde sadece bir gece kaldığımı söylemiştim. Erken ayrılmamın sebebi, Monte Carlo’da düzenlenecek olan Yılın Girişimcisi ödül törenine katılacak olmamdı. O yüzden de apar topar Fransa’nın Nice kentine uçmak zorunda kaldım. Ama bunu sakın ola bir şikâyet olarak almayın. Zira güney Fransa’nın Cote d’Azur bölgesi dünyanın en güzel yerlerinden birisi ve gittiğim haftasonu hava mükemmel ötesiydi. Yılın Girişimcisi yarışmasını Earnst&Young şirketi düzenliyor. Bu yıl 41 farklı ülkenin girişimcisi Monako’da toplanmıştı. Benim orada olma sebebimse, Türkiye’den yılın girişimcisinin Koton şirketi olmasıydı. Beni tanıyanlar, son 8 yıldır Koton şirketinin strateji oluşturma çabalarında onlara yardımcı olduğumu, büyüme süreçlerinde teorilerimle yanlarında bulunduğumu ve patronları Yılmaz ve Gülden Yılmaz’ın artık ağabeyleri olduğumu bilirler. O yüzden orada bulunmak benim için bir gurur vesilesiydi. Earnst&Young’ın düzenlemiş olduğu geceyi anlatmaya vallahi kelimeler yetmez. Salles des Etoiles isimli spor kulübünün denize nazır muhteşem salonunda, sıradışı güzellikte yemekler, güzel insanlar, şampanya ve harika şaraplar, Cirque du Soleil isimli Kanada sirkinden hayranlık uyandıran gösteriler ve yarışma heyecanı dolu inanılmaz bir gece yaşattılar. Ama bunun yanı sıra Monako ve Nice civarında geçirdiğimiz iki gün ve özellikle de havanın güzelliği ayaklarımızı gerçekten yerden kesti. İlk akşam yemeğimiz, kaldığımız Metropole otelinin içinde yer alan Joel Robuchon restorandaydı. Joel Robuchon dünyada en fazla Michelin yıldızına sahip olan Fransız bir aşçı. Kimine göre son yüzyılın en başarılı şefi. Bu sayfanın okurlarının da oldukça aşina olduğu, çok başarılı bir usta. Robuchon Monaco, iki yıldıza sahip bir restoran. Otelin rustik atmosferine uygun etkileyici bir dekoru var. Yemekleri de çok güzel ama ne yalan söyleyeyim başka şehirlerdeki Robuchon lokantalarında yediğim yemeğin etkileyiciliğini burada bulamadım. Belki bizim grup için hazırladıkları özel mönü bunun sebebiydi, bilmiyorum. Monte Carlo ile Nice, nefes kesen manzaralı güzel bir yoldan arabayla sadece 20 dakika sürüyor. Günlerden 30 Mayıs Cumartesi, Nice’in ünlü Promenade des Anglais plajında iğne atsan yere değmeyecek. Nice’e gelip de Provansal yemekleriyle ünlü La Petit Maison lokantasında yemek yemeden olmaz deyip, öğle vakti bilmem kaçıncı kez bu hoş lokantanın yolunu tutuyoruz. Çok da iyi yapıyoruz. Servis her zamanki gibi biraz laylaylom ama yemekler her zamanki gibi ağız sulandıran cinsten. Sizlere burayı yıllar önce de anlatmış olduğumdan, detayı es geçiyorum.
LA TURBIE VE JEROME
Dönüş günümüz olan pazar sabahı programında, La Turbie köyü gezisi var. Kalabalık grubumuzla La Turbie’nin eski sokaklarını saatlerce arşınlayıp hayran kalıyoruz. O kadar güzel ki. Öğle yemeği için Hostellerie Jerome lokantasına gideceğiz. Bu lokantada en son 2005 Eylülünde yemek yemiştim. Ama o kadar beğenmiştim ki, seyahati planlayanların sorusuna karşılık burada yer ayırtmalarını önerdim. İyi ki de yapmışım. Bizim için, içinde bol fua-gra (kaz ciğeri) olan sıradışı bir mönü hazırlamışlar. Damak hoşluğuyla beraber tam 7 farklı yemek. Hepsi de mükemmel, hepsi de ustalık gerektiren, hepsi de vay canına dedirtecek türden. Tüm ekibin ağzından hayranlık sözcükleri dökülüyor. Yemek 2.5 saat sürüyor ama bıraksak daha da uzayacak. Uçağa yetişmek için kahveleri içmeden kalkıyoruz. Ben daha önce burada sıcak fua-gra tadını almış olduğumdan, mönü harici rosto fua-gra istiyorum. Kiraz sosuyla ve sıcak kirazlarla harika bir fua-gra geliyor. Sonra oburluk edip bir tane daha istiyorum, bu kez kayısı soslu getirip “efendim tekrar olsun istemedik” diye açıklama yapıyorlar. Bizim lokantalardaki inceliğin aynısı! Bina 12’nci Yüzyıl’dan kalma bir mücevher. Lokantanın üzerinde 5 odalık bir otel var, yazları da terasta yemek yeniyor. Fiyatlar makul. Şef Bruno Cirino ve karısı buranın sahipleri; biri mutfakta pişiriyor, diğeri içeride sipariş alıp servis yapıyor. Tipik bir aile işletmesi. Mutfağa gidip şefle tanışıyorum. “Yeniden gelmek için neden 4 sene bekledin?” diyor. İki ay sonra tekrar geleceğime dair söz veriyor, bir de beraber resim çektiriyorum. Sonra iki elimle şefin elini kavrıyor, içten takdir ve teşekkürlerimi belirtiyorum. Jerome restorana bu kez bölgede gittiğim tüm diğer lokantalardan daha fazla hayran kalıyorum.
İTALYAN MUTFAĞI NASIL TANITILIR?
Bizim memlekette bildim bileli “Türk sineması nasıl kurtulur” ve “Türk mutfağı dünyaya nasıl tanıtılır” teranesi söylenir durur. Bu arada Türk mutfağı yerinde sayarken, Türk sineması gayet güzel yol alır. Sebep? Başarılı, yetenekli, yenilikçi, sıradışı genç nesil sinemacılar. Türk mutfakçılarının sandığı gibi, eskinin mallarını (burada filmleri) allayıp pullayıp pazarlama çabalarıyla olmuyor bu işler. Türk mutfağının aslında mükemmel bir mutfak olduğunu ve tek probleminin tanıtım olduğunu sanan iyi niyetli kardeşlerim, tanıtım için fuarlara katılmak gibi komik pazarlama önerileri üretiyorlar. Pazarlamanın bir uzmanlık dalı olduğunu, uzman olmayanların ağzını açmaması gerektiğini dahi bilmeyen bu geniş kitle buna rağmen konuşup duruyor. Nice ile İtalya sınırındaki Ventimiglia kasabasının arası sadece 39 kilometre. İtalya ve Güney Fransa pek çok açıdan iç içe geçen bir geçmişi ve kültürü paylaşıyor, birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Buna rağmen Nice’in orta yerinde “L’Italie a Table” isimli dev bir açık hava gastronomi sergisi gördüğümde ağzım açık kalıyor. Kocaman bir park alanına 30-40 kadar çadır kurup, İtalya’nın farklı bölgelerinin gastronomi ürünlerini tanıtmaya çalışıyorlar. Aynı zamanda da ürünleri satıyorlar. Ortam o kadar şenlikli, o kadar güzel ki, İtalyan mutfağına sempati duymamak imkânsız oluyor. Türk mutfağının tek derdinin pazarlama-tanıtım olduğunu düşünen iyi niyetli kardeşlerime öneririm.