Artık kalbur bile kalmadı

Yarın arife, öbür gün bayram. Bu bayram öncesi size, Şubat 2004’te yayınlamış olduğum ve yemek kültürüyle ilgili birikimlerimi nasıl kazandığımın sohbetli hikayesini anlatan Tazesi Makbuldür isimli kitabımın ilk ve son bölümlerinden bir kolaj aktarmak istiyorum.

Bu kitaptan sonra Kuşadası’nda yaşayan annemi bayramlarda çok daha sık ziyarete gittim. Her ne kadar dokuz günlük bayramlar ister istemez çoğumuza tatili tercih ettirse de, son yıllarda bayram ziyareti konusuna oldukça fazla önem verdim. Bu bayram yazısı vesilesiyle hepinize iyi bayramlar diliyorum.

Gerçekten çok güzel şeylerdi bayramlar. İnşallah yine öyle olurlar. Dağılıp bir yerlere gitmek için değil, toplanıp bir araya gelmek için bir bahaneydiler. Küsler de gerçekten barışırdı. Nereden biliyorsun diyeceksiniz. Babam son derece geçimsiz bir adamdı ve her bayram geldiğinde küs olduğu bir dizi insan olurdu. Özellikle de rahmetli Hüsniye Teyzem’in kocasıyla hep dargın olurlardı. Ama bayram geldiğinde mutlaka onlara ziyarete gitmek zorundaydık. Büyüklerimizdi onlar ne de olsa. Sonuçta, herkes bize gelir biz de herkese giderdik.

Ben bu güzel geleneğimizin önemini, İngiltere’de akademisyen adayı ve akademisyen olarak yaşadığım yıllarda çok iyi idrak ettim. Onların Christmas (Noel) zamanındaki hazlarını, biraraya gelme isteklerini ve her Christmas gecesi tüm ailenin aynı sofra başına oturup birlikte dua ettikten sonra hep beraber yiyip içmelerini, sohbetlerini, paylaşımlarını görünce bayramların değerini çok daha iyi anladım.

Christmas geceleri dışarıda yaşanan hayat neredeyse tamamen durur, yaşam evlerin içine doğru yön değiştirirdi. Ben de hep bir garip ve yalnız hissederdim kendimi bu günlerde. Oysa ailem yanımda olurdu. Bir gün bu mahzunluğumdan bahsetmişim arkadaşlarla bir sohbet sırasında. O günü izleyen ilk Christmas gecesi bir İngiliz arkadaşım, Keith Grasby, bizi ailesiyle beraber yiyecekleri Noel yemeğine davet etmişti. Ve ben ömrümde ilk kez bir Hıristiyan ailesiyle gerçek bir Noel yemeği yiyecek, tüm geceyi onlarla sohbet içinde geçirecektim.

Bunu izleyen diğer yıllarda artık ailenin bir parçasıymışız gibi her Christmas’ta biz de Keith’in ailesinin her ferdi için hediyelerimizi alır, onlara gider ve onların bizler için aldıkları hediyeleri sevinçle açar ve deliler gibi içer olmuştuk. İşte ben en çok bu gecelerde bayramlarımızın yitip gitmesine içerleyip, gizli gizli ağlamışımdır. Ve sonra hep düşünmüşümdür: "İnsan elindeki böyle bir hazineyi nasıl göz göre göre yok eder" diye. Özellikle de yıllar içinde Amerikan ailelerini de daha yakından tanıyıp onların böyle dönemlerde tüm aileleriyle nasıl bir sevgiyle kucaklaştıklarını gördükçe, içerleme duygum hasret yüklü bir kıskançlığa dönüşmüştü giderek. Bugün samimi inancım o ki, tüm ulus olarak bayramlarımızın yeniden eski ve geleneksel niteliklerine kavuşması için topyekün bir girişim başlatmalıyız. Çocuklarımızın da, bizlerin yaşadığı o güzellikleri hissederek büyümelerini sağlamalıyız. Bu da bence, klişeleşmiş "nerde o eski bayramlar" hayıflanmasıyla olacak bir şey değil, bir kültür değişimi projesiyle olabilecek bir şey. İşte bu düşünceler içinde bu bayram sabahını evimde karşılıyorum.

11 YAŞIMA DÖNDÜM

Erken kalkmışım. Hava daha henüz aydınlanmamış. Dışarıda ezan okunuyor. Bayram namazına gitmeyeli çok uzun zaman oldu diye düşünüyorum. Bugün bayramın birinci günü. Şubat ayının başındayız. Hava soğuk. Evdekiler derin bir uykunun içindeler. Mutfaktayım, çayı demliyorum. Biraz sonra çay hazır. Kırmızı beyaz kahvehane tabağı üzerine koyduğum ince belli bardağıma doldurup, mutfaktaki köşeme kuruluyorum. Gazeteler daha henüz gelmedi. Demli çayımdan bir yudum alıyorum. O tat beni birden, çok eskilere götürüyor. Söke’deki mutfağımıza erkenden indiğim o çocukluk bayram sabahına gidiyorum ansızın. Her şey bir şerit gibi gözlerimden geçiyor. Tüm hayat, tüm sevdiklerim, sevinçler, üzüntüler, başarılar, başarısızlıklar, hepsi. Bunların hepsini yazmalıyım diye düşünüyorum birden.

Kalkıyorum ve kiler dolabımın kapağını açıyorum, bilinçsizce. Elim uzanıp un kavanozunu dışarı çıkarıyor. Sonra şeker kavanozunu alıyorum. Bu kez elim buzdolabının kapağında. Yumurta ve süt çıkarıyorum. Sonra da pencere pervazında duran dizi dizi zeytinyağı şişelerinden birini alıyorum. Aynen 11 yaşımda, annem mutfakta bayramlık elbiseleri yetiştirmeye çalışırken, ona yardımcı olmak için kalburabastı yapmaya soyunduğum ilk aşçılık günümdeki gibiyim. Farkında olmadan ruhum beni ilk kalburabastı yaptığım o bayram gününe götürmüş, bilinçsizce basbayağı kalburabastı yapar halde buluyorum kendimi.

Kulaklarımda sanki annemin tarifini duyar gibi, dolaptan çıkardığım malzemeleri birer birer alıp büyükçe bir tas içinde eldivensiz ellerimle karıştırıp, yoğuruyorum. Hamur haline geliyorlar. Alıp elime küçük toplar yapmaya başlıyorum. Toplar tamamlandığında gidip kalburu getirmeye yeltenince birden duruyorum. Kalbur diye bir şey yok ki artık! Peki, kalbur olmayınca kalburabastı da mı tarihe karıştı yoksa? Olamaz, bunun yok olmasına razı olamam diyorum. Her şey yok olsa bile, kalburabastı asla. Bir şeyler bulmalıyım. Dolaplara bakınıyorum. Birinde, benim püre yapmak için kullandığım metalden yapılma, tamis adı verilen şef eleği gözüme ilişiyor. Delikleri kalburdan çok daha küçük, ama kesinlikle kare izleri bırakır. Fırını yakıyorum ve bir tepsinin içine yağlı kağıt seriyorum. Hamur toplarını eleğe bastırıp yassılaştırıyor, sonra da içlerine sarı havanda dövdüğüm cevizleri koyup kapatıyorum. Az sonra da şerbet hazırlayacağım.

HATA MI YAPTIM?

Ama birden bir kuşku kaplıyor içimi: Acaba bir hata yaptım mı? Annemi aramalıyım, nasıl olsa sabahın köründe namaza kalkar. "İyi bayramlar anneciğim" diye başlıyorum sözlerime. "Kusura bakma bu bayram da gelemedik, ama bilirsin işte kızımız ufak" falan gibi kendimin bile inanmayacağı türden laflar sıralıyorum arka arkaya. "İnşallah bir dahaki bayrama oğlum" diyor, karşı taraftan. Sonra kalburabastıyı doğru yapıp yapmadığımı soruyorum. Kocaman bir kahkaha atıyor. "Evladım" diyor, "boynuz kulağı çoktan geçti. Sen yedi düvelin yemeğini ezbere yapar hale geldin, bir de kalkmış bana tatlıyı doğru mu yapmışım diye soruyorsun". "Doğru söylüyorsun ama" diyorum, "hiçbir yerde senin yaptığın şekilde bir tarif görmedim. Senin yemeklerin herkesinkinden farklıydılar. Bir de o yemeklerin belleğimdeki lezzetleri, onlarla beraber yaşadığım çocukluğum, saflığım, heyecanlarım ve coşkularımla birleşince bambaşka oluyorlar herhalde" diyorum. "Her lezzet insanın zihninde bir anı çağrıştırır ve eğer bu kadar lezzetli geliyorsa o zamanki yemeklerin anıları, o zaman o vakitler doğru yaptığımız bir şeylerle alakası olması gerekir bunların" diye düşünüyorum bir taraftan.

Annem yaşlandı. Ben de onun yolunda sabırla ilerliyorum. Çocuklarım büyüdü, biri kendi evine yerleşti. Diğeri üniversitede okuyor. Bu sabah bayramlaşmaya gelecekler çok şükür ki. Bir de minik kızım var, ömrüme ömür katan. Bu bayram bütün çocuklarım etrafımda olacaklar. Oysa annem oralarda, yaptığı kalburabastıyı paylaşacak tek bir evladı bile olmayacak.

Hayır, böyle olmamalı. Bundan sonra, eğer tanrım izin verirse, küçük kızımı ve eşimi alıp mümkün olan her bayram yanına gideceğim. Mevsimine göre etli bezelyesini, çiğ böreğini, tatar çorbasını, içli köftesini, zeytinyağlı yavru enginarlarını yiyeceğim. Ev ekmeğine tereyağını sürüp, koca bir dilim deri tulumuyla birlikte içime sindireceğim. Ama artık "çiğli çiğli bardacıklar" olmayacak. Artık incirlerin saplarında süt damlaları göremeyeceğim. Kahvaltıdaki domatesler o eski şekerli tatlarını veremeyecekler. Eski hiçbir güzel lezzet artık bizimle olamayacak. Bari diyorum, eski güzel değerlerimizi kaybetmeyelim. Turpotunun lezzeti farklı olsa bile, bayramda annemle birlikte yemek yemenin lezzeti hep aynı olacak. Üstelik tatlı olarak da kalburabastıyı paylaşacağız. (Şubat 2004)

KALBURSUZ KALBURABASTI

MALZEMELER: 1 bardak zeytinyağı; 1/2 bardak süt; 1 paket kabartma tozu; 1 yumurta; 4 bardak un; 1/4 bardak toz şeker; 100 gr. dövülmüş ceviz içi. Şerbet için: 3 bardak su; 2.5 bardak toz şeker; 1/2 tatlı kaşığı taze limon suyu.

YAPILIŞI: 1. Şerbet için su, şeker ve limon suyunu bir tencere içine koyup beş dakika kadar karıştırarak kaynatın, şerbeti soğumaya bırakın. 2. Un ile kabartma tozunu birlikte elekten geçirin. 3. Büyük bir kap içine yağ, süt, yumurta ve şekeri koyup çırpma teli ile çırparak karıştırın. 4. Unu ilave edin, yoğurup hamur haline getirin. 5. Bu hamurdan küçük hamur topları yapıp bunları bir kalburun (eğer kalbur yoksa tel süzgecin) üzerine bastırarak yassılaştırın, aynı zamanda da desen verin. 6. Tam orta yerlerine çekilmiş cevizden koyup, hamurun iki ucunu birleştirerek kapatın. 7. Yağlanmış tepsiye, ekli tarafları alta gelecek şekilde aralıklı olarak dizip, önceden 190 derece ısıya getirilmiş fırında üstleri kızarıncaya dek pişirin. 8. Fırından çıkarın ve daha önce hazırlayıp soğutmuş olduğunuz şerbeti üzerlerine gezdirerek dökün.
Yazarın Tüm Yazıları