Paylaş
Brüksel’in ünlü tarihi meydanı Grand Place’a bakan, bir Michelin yıldızlı, çok ünlü ve tarihi öneme sahip bir restoran var: La Maison du Cygne. Burası, Karl Marx’ın ünlü Komünist Manifesto’sunun taslağını yazmak için kullandığı bir mekânmış. Geçen hafta bu lokantaya öğle yemeği için gittiğimde, içimden aynen başlıktaki düşünce geçti. Lokantanın havasından, konumundan, yemeklerinden ve hizmetinden ziyadesiyle etkilendim.
Brüksel güzel bir şehir. Gastronomisi de harika. Tek kötü olan şey, benim bu kez sadece bir gece kalacak olmam. Türkiye’nin global çapta iş yapan büyük bir otomotiv şirketinin yıllık distribütörler toplantısında konuşma yapmak için Brüksel’deyim. 48 ülkeden insan var ve hepsi de bizim memleketin ciddi bir sanayi ürününü memleketlerinde satıyorlar. Ne güzel! Konuşmam “Durgunluk ortamında şirket yönetimi nasıl olmalı?” başlıklı. La Maison du Cygne’de (‘l â mezon dü sing’ okuyun). Öğle yemeği rezervasyonumu çoktan yaptırmışım.
KASAPLAR LONCASININ ESKİ BİNASI
Gitmeden önce bilgi toplamış olmama rağmen, binayı görünce yine de çok etkileniyorum. Burası, 17’nci yüzyıldan kalma, altın yaldızlı bir malikâne. O zamanlar ‘Kasaplar Loncası’na ait bir binaymış. Daha sonraki yıllarda içinde bar olan bu mekânda Karl Marx, ‘Komünist Manifesto’ isimli, dünyayı değiştiren bültenin/kitapçığın taslağını yazmış. Marx, 1845-47 yılları arasında Brüksel’de yaşamış. Binaya dışarıdan baktığınızda bir mücevher görüntüsüne sahip olduğunu görüyorsunuz. Ama bir de içeri girin, iki katlı mekânın ceviz lambri kaplı duvarları, antika bronz aplikleri, yağlı boya tablolar, yeşil kadife duvar panelleri, muntazam dizilmiş, kolalı örtü ve peçeteleri olan masalar, Villeroy&Boch porselenler vs. sizi alıp gerçek aristokrat bir dünyaya götürüyor. Lokantanın her penceresinden tarihi Grand Place meydanını görebiliyorsunuz. Kulağa masal gibi geldiğini biliyorum, ama anlattıklarım gerçek.
Öğle yemeğindeyiz. Sözünü ettiğim şirketin başkanı yakın arkadaşım; iki eski arkadaş güzel bir sohbet eşliğinde yemeğimizi yiyoruz. Burası temelde klasik bir Fransız lokantası, ama elbette Belçika spesiyaliteleri de var. Örneğin Flaman soslu beyaz kuşkonmaz gibi. Öğle mönüsü 40 euro, akşam mönüsü 65 euro. Ayrıca alakart mönü de var. Öğle mönüsünde 3 yemek var, ama ikram olarak başta gelen damak hoşluğu ve kahveyle gelen ikinci tatlı tabağını da sayarsanız, 5 tabak yemekten oluşuyor. Ekmekler ve tereyağı ise bir harika. Yemekler keza. Hizmet de mükemmel. Yalnız bu lokanta, özellikle de meydana bakan bir yer olduğu için, öğle yemeğinde tıklım tıklım dolu olan bir yer diye biliniyor.
Ama ekonomik kriz besbelli burayı da, Brüksel’i de vurmuş. Ne meydan eskisi gibi turist kaynıyor, ne lokanta tıklım tıklım. Hatta ikinci katta yemek yiyen yaşlı bir karı koca da olmasa, lokantayı biz kapatmışız sanılacak. Kimsecikler yok. Alt kat biraz daha dolu ama üst kat tamamen bize ait. Aynı durumu meydanı çevreleyen kafelerde ve özellikle meydanın etrafındaki ara sokaklara yayılmış sayısız restoranda da gözlüyorum. Bomboş. Hele akşam vakti, o cıvıl cıvıl ışıkların altında, sokaklara yayılmış masalar ve sandalyeler hüzün dolu bir sessizlik içinde duruyor, gelmeyen müşterileri bekliyorlar. Oysa yaz vakti ve böylesi güzel havada buralarda yürümek bile neredeyse imkânsız olurdu.
Garsona soruyorum, “Marx nerede çalışırmış” diye. Lokantanın üst katında bir bölümü gösteriyor. Resmini çekiyorum. Şefe sorduğumdaysa, alt katta yazdığını söylüyor! Her ikisi de 1847 senesinde orada çalışmadığından, hoş görüyorum. Ama etrafta gözle görünen krize bakınca, Marx’ın yeniden bir şeyler karalamakta olabileceği hayali kafamızda canlanmıyor değil. Her şey bir yana, La Maison du Cygne lokantası şatafatlı değil ama klâs, kasıntı değil ama çok başarılı, ‘in’ değil ama zamanın sınavını
sürekli geçmiş köklü bir yer olarak beni oldukça etkiliyor.
(www.lamaisonducygne.be )
Mussels in Brussels
Okunuşu ‘Masıls in Brasıls’. ‘Brüksel’de midye’ anlamında İngilizce bir kelam. Brüksel her ne kadar rafine Fransız mutfağı anlamına geliyor olsa da, aslında gerçek bir midye cenneti. Çok ünlü bir yemek olan, şarap ve kereviz sosunda pişirilmiş midye ‘Moules marinieres’ (okunuşu mul mariniye, anlamı denizci midyesi); domates ve sarmısaklı ‘moules Provençales’; beyaz şarap ve kremalı ‘moules vin blanc a la creme’; salyangozlu ve sarmısaklı tereyağlı ‘moules escargot’ ve daha nicesi.
Akşam yemeğinde ev sahibi şirketin yedi düvelden gelen distribütörleriyle birlikte akşam yemeği için kentin en ünlü midye lokantasına gidiyoruz: Aux Armes de Bruxelles (www.armebrux.be). Memlekette her şey köklü mübarek. Burası da 1921 yılından beri hizmet veriyormuş. Kentin en güzel yerlerinden olan eski şehirde, Grand Place’a çıkan dar sokakların birinde yer alıyor. Her tarafı sağlı sollu turistik lokantalarla çevrilmiş olan bu sokakta, ‘taçtaki mücevher’ misali tek başına kalmış özgün ve tarihi bir mekân.
Çıtır çıtır kolalı masa örtüleri, lokantanın ambleminin dokuya işlenmiş olduğu kocaman kolalı beyaz peçeteler, yağlı boya tablolar, klasik bir dekor, otantik bir Brüksel lokantasında olduğunuzu alenen ilan ediyorlar. Yemekler sade: Midye, patates kızartması ve dondurma. Bir de elbette beyaz şarap ve bolca su. Midyeler, kova benzeri kocaman metal kaplar içinde geliyor. Kerevizli, beyaz şarap ve tereyağı sosunda pişirilmiş sayısız midye dolu tasların içinden midyeleri elinizle yiyor, kabuklarını da ortada boş duran başka bir metal kovaya atıyorsunuz. Ama ne kadar lezzetli bir yemek olduğunu anlatamam. Hele dipteki suyu… Ekmeği bandıra bandıra, kaşığı daldıra daldıra, bitene kadar tadını çıkarıyorum.
Sabah kahvaltısı, öğle yemeği otelimizde. Marriott otel ‘kiş’leriyle ünlü ve bu ünü fazlasıyla hak ediyor. Böylece Brüksel’deki dört öğünlük vaktim doluyor. Ama yemekler ve konuşma haricindeki her dakikamı, meydanın geniş çevresindeki muhtelif açık hava kafelerinde, güzel havanın tadını çıkarana dek ve harika kahveler içerek geçiriyorum. Canım buraları bırakıp gitmeyi hiç istemiyor.
Paylaş