Özel bir üniversitenin sinema-televizyon bölümüne ‘konuşmacı’ olarak davet edildim.
Ben pek sevmiyorum, gidip orada burada yaptığım işle ilgili ‘ahkám kesmeleri’, ‘aman da ne kadar başarılıyım, siz de oturun karşımda başarı öykümü dinleyin’, ‘Bu işin okulunu okuyorsunuz, ağzınızın suyu aksın’ demeleri... Ama daveti yapan öğretim üyesi çok sevdiğim ve kıramayacağım birisi olunca, mecburen ‘Olur’ dedim. Hoş ‘Olur’ dediğimde daha bir ay vardı ama ay dediğin ne ki, su gibi akıp gidiyor maşallah (Anneanne ruhun şad olsun!!!)
Salı sabahı fark ettim ki, o gün büyük gün, ‘ahkám kesme günü’!!! Gerçekten gelip çatmış işte!
Bir kere benim (bizim) zamanımızdan ne kadar farklı hale gelmiş üniversiteler. Ben üniversiteye giderken Kenan Evren Paşamız ‘Siyaset yuvası, pislik üretme yeri’ diye okulun içindeki bütün kantinleri, çay ocaklarını, öğrenci derneklerini, kısaca iki kişinin yanyana gelebilme olasılığı olan her yeri kapattırmıştı. O kadar sinmiştik ki o zamanlar birkaç arkadaş bahçede yan yana yürümeye bile çekinirdik. (Bu da bizim ödlekliğimiz, o da ayrı mevzuu)
Hatta binbeş yüz kişilik (Sade bir şey yani. Eğitim veriyorlardı o amfide!) sınıfta, bazı öğrencilerin sivil polis olduğu yolunda dedikodular çıkar, herkes sivil polis olduğundan şüphelendiği birileri yanına oturunca bir bahane ile sıvışırdı yanlarından (Ödleklik mevzusuna ikinci örnek!)
Okuduğumuz romanların yazarları görünmesin diye gazetelerle kaplardık ama, hangi gazeteyle kapladığımıza da dikkat ederdik tabii. O zamanlar attığı sürmanşetlerle meşhur TAN gazetesi vardı. Bizim de en büyük eğlencelerimizden biri, sabahları Tan Gazetesi’nin manşetine bakmaktı. Bu sebeple en zararsız gazete olan Tan Gazetesi ile kaplardık okuduğumuz kitapları...
O gün baktım, Beşiktaş sahilinde ‘yalı’ gibi bir üniversite... İçeriye giriyorsunuz, hemen gözünüz tam ortadaki kalabalığa takılıyor. Gençler kantinde oturmuş bir muhabbet bir gırgır... Siz benim kantin dediğime bakmayın, üzerinde koskocaman, kırmızı, hortumlu(!) neon ışığıyla ‘Cici Cafe’ yazıyor (Sanırım cipcici suya sabuna dokunmayan öğrencileri olsun diye koymuşlar bu ismi!!!) Hatta o ışık yanıp sönüyor bile... Güzel mi? Bilemedim. Şaşırdım mı? Evet çok!
Kantinden doğal olarak son günlerin en ‘trendy’ en ‘cool’, ve en ‘havalı’ şarkıları yükseliyor. Gülşen bir ‘Offf’ çekiyor, o off çektiği anda, jöleli saçlı, keçi sakallı, üzerinde ‘too busy too fuck’ yazan tişörtüyle bir çocuk da, bol paça düşük bel jeanli (hatta beli olmayan pantolonlu bile denebilir!) ayağında sivri burun çizmeleri olan, boya sarısı kıza bakıp gözlerini süze süze ‘Offf off kömür gibi yanıyorum’ diyor.Ama en içteninden... Nazan Öncel ‘köfte dudaklarını, hokka gibi ağzını’ dediği anda, öteki masada oturan çocuk, hemen yan masadaki kıza içi eriyerek söylüyor bu şarkıyı da...
Bizim zamanımızda nerede böyle ulu orta şarkılar söylemek, dinlemek... ne dinlesen, ne söylesen başın belaya girerdi! Cem Karaca dinlesen dert, Edip Akbayram dinlesen ayrı bir dert, Zülfü Livaneli’yi söylemeye zaten gerek bile yok. Hele saz çalıp halk oyunları oynuyorsan zaten başın beladan hiç kurtulmaz.
Yukarı katlara çıkınca yan ana sınıfları görüyorsunuz. Nerede bizim hangar gibi amfiler, nerede bu sınıflar... Yahu ben ilkokulda bile bu kadar az sayıda öğrenciyle eğitilmedim. Belki de bu yüzden havuz problemlerini çözebilmeye başlamam el almıştır. Bugün gazetede okudum, artık okullarda havuz yaş ve hız problemleri çözdürülmeyecekmiş. Yeni programla, artık çocukların beyinlerinin tamamını kullanmaları sağlanacakmış. Meğerse bizi sadece matematiksel düşünmenin baskın olduğu beynimizin sol tarafını kullanmak üzere eğitmişler!
Bundan sonra yaratıcılığın merkezi olan sağ tarafta kullandırılacakmışşş. Bak bak!..
Vallahi öyle benim bildiğim üniversiteler gibi değildi gördüğüm. Canı isteyen dersin ortasında, pattadanak dalıveriyor sınıfa, bir beş on dakika oturuyor, etrafı kolaçan ediyor, bugün diğer arkadaşları neler giymiş, kesilmeye, ilgilenilmeye, beğeniye mazhar birileri var mı?.. Biraz konuşulanlarla ilgileniyor, yok o da sarmayınca, haydi bir daha dışarıya çıkılıyor. Hem öyle çıkarken, kapıyı falan da kapatmak yok!
Yahu ben ne anlatacaktım konu nerelere geldi. Yazının tuttuğu yeri hesap edemedim. Beynimin sol tarafını gereği gibi kullanmayı öğretememişler bana. Sağ taraf desen zaten Allahlık Ali Bey!
Neyse yazacağım mevzuu pazartesiye kaldı. Kendime hafta sonu için ev ödevi veriyorum.
Beynin hem sağ tarafı hem de sol tarafı çalıştırılacak!..