Reality show’lardaki gerçek

Gözlerimizi koskocaman pörtlete pörtlete, hatta çoğu zaman sinirimizden ağzımızdan tükürükler saça saça önümüze gelen gelmeyen herkese dert yandığımız, ama sonra bir ‘kabahat’ işliyormuşuz gibi herkesten gizleye gizleye, seyrettiğimizi sakım sakım saklaya saklaya seyrettiğimiz şu ‘reality show’lar birden fark ettim ki pek de boşşş şeyler değil!

Boş şeyler değiller, çünkü bu şovlar bize birçok şeyi anlatıyorlar, hatta anlatmakla kalmayıp gözümüze gözümüze sokuyorlar: Bir kere bu reality show’lara ‘gönüllü’ olarak katılan ve ‘sıradan’ olduğunu iddia eden ‘kahramanlar’ sayesinde, Türk halkının bulunduğu durum hakkında ve o halkın bir bireyi olarak, yakın çevremiz ve kendimiz hakkında gözlem yapıyoruz.

Bir kere bu programlara katılan bütün sıradan insanlar tıpkı bizim gibi, annem, dayım, yengem, patronum, en yakın arkadaşım, komşularım gibi, hayatında yalan söylememiş, hatta yalandan nefret eden kişiler. Her cümleye, ‘Biliyorsunuz ben yalanı hiç sevmem’ diye başlıyorlar. Bu durum katılan kişileri seçen prodüksiyon ekibinin biz seyredenlere hediyesi sanırım. Yalansız İNSANLAR!

***

Bu programlara katılan kişilerin en alkışlanacak özellikleri, hayatlarında herhangi bir şey için hiç oyun oynamamış olmaları. İçlerinden birisi diğerini ‘kameralar karşısında oyun oynamakla’ suçladığı anda, diğerine ‘en ağır’ hakareti yapmış oluyor ve kıyamet işte o anda kopuyor. Çünkü bizler ‘oyun nedir’ bilmeyiz ki! (Uygulamalı örnekler için bkz. ‘Gelinim Olur Musun?’ yarışmacısı Sinem ve Şale.)

Üçüncü en taktir edilecek özellikleri, bu yarışmalara katılanlar için ‘maddiyatın ve paranın’ ne kadar önemsiz olduğu. Yarışmaların sonundaki altınmış, paraymış, arabaymış, evmiş çok önemsiz ayrıntılar(!) yarışmacılar için. Çünkü onlar oraya o ödüller ve yarışmanın sonunda gelecek ün sayesinde kazanacaklarını düşledikleri(!) para, pul için değil, engin duyarlılıklarını ve entelektüel birikimlerini Türk halkı ile paylaşmaya gelmişler.

Bir yarışmacı diğerinin canını acıtmak isteyince hemen aynı silah çekilir: ‘Her şeyi şu ufacık para ödülü için yapıyorsun.’

E doğru, biz Türkler para için hiçbir şey yapmayız zaten!

***

Bu programlara katılan her Türk, yaşı büyükse eğer küçüklerine saygılı, yaşı küçükse büyüklerine saygılı ve en önemlisi herkesin fikrine saygılı, olgun, olmuş, oturmuş tevekkül sahibi kişilerdir. Her tartışma ortamında iki lafın bir tanesi, ‘Ben herkesin fikrine saygılıyım’ cümlesidir... Hepimiz gibi.

Bu yarışmalardaki kişilerin diğer en gurur duyulacak özelliği, dedikodudan ve arkadan konuşmaktan nefret etmeleridir. Hepsi bir yalandan korkarlar, (bir yılandan!) bir de dedikodudan. Ama dedikodudan korkan kişiler, nedense bu yarışmalarda ağır bir dedikodu çarkının içinde kalıp, döner dururlar. Çoğumuz gibi! (Bkz. Semra, Belma, Adviye ve İnci Hanım.)

***

Bir diğer ‘en muhteşem’ özellikleri de, hepsinin çok gelişmiş bir ‘iç görüye’ sahip olmaları. Hepsi bulundukları durumun, yerin, konumun son derece farkındalar ve nedense en sevdikleri şey de şu: ‘Ben bu olacakları size daha bir hafta önce söylememiş miydim? Bennnn dememiş miydim? İnsanları da ne kadar yakından tanıyorummmmm.’

İddiacılar yani. Çoğumuz gibi! (Bkz. Semra Hanım, Semra Hanım, Semra Hanım, Günay Hanım.)

Şimdi onlara kendimizi niye hem bu kadar yakın, niye hem de bu kadar uzak hissettiğimizi anladım!
Yazarın Tüm Yazıları