Siz bu yazıyı okurken, tarih 4 Ekim 2004 Pazartesi olacak ama, ben bu yazıyı 2 Ekim 2004 Cumartesi günü yazıyorum.
(Malumunuz üzere, eklerde yazınca, yazınızı birkaç gün önceden yollamanız gerekiyor.) Tabii ben yazıya, böyle saçma (!) bir açıklamayla başlayınca, bunun sebebinin ne olduğunu haklı olarak merak ettiniz. Efendim, ‘Yaz bitti, böyle sıcak havalar göremedik’ diye başlayacağım yazıya, sonra siz bu yazıyı okurken, yağmur, çamur, soğuk olacak, ‘Şimdi bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ diyeceksiniz haklı olarak. İşte o sebeple böyle bir açıklamayla başladım yazıya...
Koca yaz (Topu topu üç ay ama niyeyse böyle deniyor) ‘Bu sene yazdan hiçbir şey anlamadık, hep yağmur çamur’ diye dert yandık. Teorik olarak yazın bitip sonbaharın gelmesiyle, sıcaklar da bastırdı. Bu sefer de ‘Yahu yazın böyle sıcak olmadı’ diye dertlenmeye başladık.
Sıcak havaların bastırması ile beraber, yan komşum aklıma hiç gelmeyen bir şeyi getirdi. Geçen akşam verandada oturup sohbet ederken, ‘Yahu’ dedi ‘Bu havalar hiç normal değil, yazın bu kadar sıcak olmadı. Allah korusun deprem falan olmasın...’ Biliyorsunuz bu deprem denen şeyden benim zaten ödüm kopuyor. Hemen ‘Yok canım, bu sıcaklar pastırma yazı’ deyip, konuyu kapattım. Ama tabii içim içimi yemeye başladı. 17 Ağustos gününün nasıl sıcak, nasıl bunaltıcı bir gün olduğu aklıma geldi (Uffff). Sonra anneannemin böyle zamansız bunaltıcı havalarda, içi sıkılınca söyledikleri kulaklarımda dolaşmaya başladı: ‘Nasıl bunaltıcı bir hava var, tam deprem havası!’ Ama tüm bu düşünceleri aklımdan kovalamaya çalışıyorum. Kovalarken bir yandan da kan ter içinde kalıyorum, o ayrı konu!
Tabii içimi bir huzursuzluk kapladı. Ama 17 Ağustos sebebiyle dinlediğim, okuduğum bütün bilgileri içimden tekrar edip duruyorum. Ne demişlerdi, ‘Hava sıcaklığının depremin olmasıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.’ Bunu biliyorum ama, yine de içim içimi yemekten bir türlü vazgeçmiyor... Hem zaten bu sıcak havalar ‘pastırma yazı’ denen şey!
Kendi kendimle yaklaşık bir saat süren mücadeleden sonra, yenik düşüp, kütüphanenin ve internetin başına çöreklenerek ‘pastırma yazının’ zamanını araştırmaya başladım. O kadar eminim ki ama bu sıcakların sebebinin pastırma yazı olduğuna... Bir de ne göreyim. Bu sıcakların pastırma yazı ile alakası bile yok! Durum tam ‘kel alaka!’ Pastırma yazı 8 Kasım’da başlıyor. Biz hangi aydayız? Eylül... Hah, tam oldu şimdi.
Tabii bütün ‘deprem korkularım’ derhal ve de hemen ayaklandı. Ama sonra düşündüm ve dedim ki, ‘bilimsel olarak’ hava sıcaklığının bu durumla bir ilgisi olmadığını biliyorum. E peki ‘pastırma yazı’ bilimsel bir şey mi? Hayır. Ona niye bel bağlayıp inanıyorum? Hem üstelik anneannemin yaptığı bütün kocakarı ilaçları, her türlü hastalığa iyi geliyor muydu? Evet geliyordu. Ailede her türlü hastalık o otlarla, kuyu sularına karıştırılan zeytinyağlarıyla iyileştirilmedi mi zamanında? (Anlayacağınız korku dağları bekler!)
Hem kendimi rahatlatmaya çalışıyorum, hem de kendi tezimi sürekli kendim çürütüyorum. (Çocukken bir komşumuz vardı. Birisine kızdığı zaman, öyle küfür falan etmez, ‘İnşallah içine vesvese gelir’ derdi. Ben de ‘Yahu ne tatlı adam, bak kızınca ne beddua ediyor, ne de küfür. Ne iyi adammış’ derdim. Meğer adam en büyük bedduayı edermiş. Küçükken bana da kızdı da bu lafı etti mi ne?)
Sonuçta 29 Eylül günü İstanbul dört şiddetinde bir depremle sarsıldı. Ama ben İstanbul dışında olduğum için bu depremi duymadım. Sadece ‘deprem fobimi’ bilen arkadaşlarım hemen telefonlara sarılıp beni aradılar. Tabii ben hemen bulunduğum yerde televizyon karşısına geçip, elime de uzaktan kumanda aletini alıp, başladım kanal kanal gezerek, ‘deprem uzmanı’ aramaya. Hiçbirini kaçırmadım. Aynı anda iki farklı deprem uzmanının, başka başka ana haber bültenlerindeki konuşmalarını bile dinledim. Üstelik bir de o gün ‘deprem şurası’ varmış. Ne tesadüf!
Bu ufacık depremden sonra, ‘deprem uzmanlarının’ söylediklerinden ve ‘deprem şurası’nın (Niyeyse şuursuzluğu yazasım geliyor) sonucunda söylenenlerden ne anladığımı sorarsanız. Koca bir hiç! İnsanın bazen gerçekten hurafelere inanası geliyor!