Final provası için maceralı yolculuk

Cumartesi akşamı Türkstar Yarışması’nın final bölümü vardı biliyorsunuz. Aslında iki finali birlikte yaptım ben.

Hem Türkstar’ın finalini, hem de bir program dahilinde ekranda olmanın finalini. Türkstar 3’ün jüri üyesi olmayacağım ama kamera arkasındaki görevim yine devam edecek.

***

Cumartesi sabahı, geçen hafta çarşamba günü yazdığım yazının aksine yataktan korkuyla kalktım. Haziran ayının son günlerine yaklaşmamıza rağmen, kulakları sağır edercesine bir gökgürültüsüyle birlikte fırladım yataktan. Eyvah dedim, finali(mi) göremiyorum çünkü deprem oluyor!

Yataktan gökgürültüsü sesleri ile fırladıktan sonra, aldı mı beni akşama ne giyeceğim telaşı. Canlı yayınlar başladığından beri ilk kez bu gece için ne giyeceğime önceden karar vermemiştim. Tabii daha kahvaltı bile etmeden geçtim gardırobun başına, ona baktım buna baktım hiçbirisi içime sinmiyor. Bir de final ya, biraz ciddi bir şeyler giymeli diye düşünüyorum. Ama yok ki benim gardrobumda ciddi bir şey! (Neye göre ve kime göre ciddiyet, siz karar verin!) Mesela yazlık bir ceketim bile yok... Bu durumda ne yapmalıyım? Tabii ki hemen yazlık beyaz bir ceket almalıyım...

Hayatım boyunca sadece Türkstar’ın Final gecesi giyip, muhtemelen bir daha üzerime hiç geçirmeyeceğim yazlık beyaz ceketi almak üzere kendimi bir alışveriş merkezine attım. Bu arada da saat 16.00’da dans provası için yarışmanın yapılacağı salonda olmam gerekiyor. Hemen kendime beyaz bir ceket buldum, fakat en küçük bedeni olmasına karşın bana büyük geliyor. Emaneten birisinden almışım gibi... Omuzlar aşağıda, hani ceketin içine benden başka bir ben daha girecek neredeyse...

Ama taktım bir kere, beyaz ceket giyeceğim! Üstelik bu ceketi çok beğendim, ama büyük... Ne yapmalıyım? Ceketi daralttırmalıyım tabii ki! Ama saat 14.00 ve ben ceketi o gece giymek istiyorum... Ölçüler alındı, akşama kadar yetişir dediler, ben de dans provasına gitmek üzere yola çıktım.

Stüdyoya doğru gidiyoruz, daha doğrusu gitmeye çalışıyoruz. Çünkü yağan şiddetli yağmurdan dolayı İstanbul trafiği felç. Hangi yola girsek, trafik kilitleniyor ve kıpırdamıyor. Önce E-5’ten ulaşmaya çalıştık, olmadı. Oradan TEM yoluna döndük, orası da kilit. TEM yolunun bir yerinden daldık şehir içine, aklımızca ara sokaklardan daha çabuk gideceğiz. (Oysa ki unuttuğumuz bir şey var ki, İstanbul trafiğinde açık göz olmayan şoför yok ki!)

Tabii herkes dalmış ara sokaklara, oralar da kilit! Geriliyorum, sinirleniyorum ama, içimden de sürekli kendimi telkin ediyorum...

Bağcılar’da bir ara sokakta yaklaşık yarım saat bekledikten sonra, trafik açıldı. Açıldı dedimse sanmayın ki 30 kilometre hızla falan gidiyoruz. Sadece bir araba boyu gidip, beş dakika daha bekliyoruz, sonra bir araba boyu daha gidiyoruz. Yani az gidiyoruz, uz gidiyoruz, dere tepe yol gidemiyoruzzzzzz...

Bağcılar’da mahsur (!) kaldığımız ara sokaktan, kan ter içinde kalarak kurtulduktan sonra, şehir içinde bir ana yola çıkmayı başardık. Ama ne fayda orası da tıkalı! Şoför sürekli ara sokaklara sapıyor, o sokaktan o sokağa girip duruyoruz. Yetişmem gereken prova var. Bir yerde Şirinevler’i gösteren ok görünce içim rahatladı.

‘Oh be doğru yoldayız demek ki’ dedim, çünkü nerede olduğumuza dair en ufak bir fikrim yok. Şirinevler tabelalarını takip etmeye devam ediyoruz. Ama en son Şirinevler tabelasının bulunduğu yerde yolun önünde bir barikat var ve barikatın önünde de şöyle bir yazı: ‘Büyükşehir Belediyesi’nin burada yaptığı kavşak çalışması mahkeme kararı ile durdurulmuştur. Bağcılar Belediyesi’

Kavşak çalışması durdurulmuş, ama yol açılmış mıdır? Hayır...

Önünde tabela olan ve ‘trafiğe kapalı’ yazan yola bizim önümüzden bir araba girince, biz de daldık hemen arabanın arkasından o yola. Araba gidiyor, biz de peşinden, ama bir süre sonra yol bitti. Ve önümüzde ki araba, çeşitli tepeleri aşarak ara yollara girip çıkmaya başladı. Biz de arabayı takip ediyoruz. Yolu biliyordur mutlaka diye düşünerek. Bir baktım arabanın plakası 07, İstanbul’un ara sokaklarını bilme ihtimali az, ama bizim de başka umudumuz yok...

***

Bir ara sokakta araba durdu, sağa çekti ve park etti. İnanamıyorum... Adam meğerse evine gidiyormuş. Aldı mı beni bir sinir gülmesi, kaldık mı İstanbul’un bilmediğimiz bir semtinde ve hiç bilmediğimiz bir ara sokağında...

O sokaktan öteki sokağa gire çıka yine bir ana yola geldik. Şirinevler tabelaları tekrar gözüktü.

‘Tamam dedim, işte bu yolda E-5’e çıkıp, varacağız salona’. Ama hayır! Yol tekrar tıkandı. Ve işte olanlar ondan sonra oldu. Birden araba, keskin bir dönüş yaptı ve bir ara sokağa daldık... Önümüzde bir traktör gidiyor. (Vallahi traktör. İstanbul’un göbeğinde! Kasası soğan ve patates yüklü bir traktör, üzerine bağlanmış bir hopörlörden de birisi bağırıyor ‘Patateessss soğan geldiiiie hanım’ diye.)

Bu traktörden kurtulmak için, başka ara sokağa saptık. Sokak daracık. Birbirine yaslanmış apartmanlar. İnsan buraların ‘taşı toprağı altın’ denilen İstanbul olduğuna inanmak istemiyor... Bu daracık sokağın bir tarafına park edilmiş arabalar... Veee başka bir traktör, bu kez meyve satıyor. Traktörün başına üşüşmüş kadınlar alışveriş yapıyorlar.

Karşıdan başka bir araba da gelince, bizim tretuvarın üzerinden geçip, yandaki boş araziye girmemiz gerekti. Bunu da atlattıktan sonra, bilinmeyen bir yöne doğru yolculuğumuz devam etti. Ben artık provaya yetişmem gerektiğini falan unutup, camdan dışarıyı seyrediyorum, burası neresi? İstanbul mu?

***

Saate batım, tam iki buçuk saattir yoldayız. Şehirlerarası yolculuk falan yapmıyoruz, normalde otuz dakikalık mesafedeki bir yere gitmeye çalışıyoruz. Hálá beni dehşete düşüren, sokaklara girip çıkıyoruz. (Gerçekten bu şehirde deprem için acil önlemler alınması gerekiyor.)

Birden bire karşımızda yarışmanın yapılacağı salon belirdi. Buraya nasıl geldik, nereden geldik, eminim şoförün de hiçbir fikri yok.

Sonunda finalin yapılacağı salona vardık ve provaya yetiştik de, siz de beni o muhteşem (!) dansı yaparken seyrettiniz. Dans dedikleri şey de 16 adım yürümeymiş meğerse! 8 adım Firdevs’e doğru, 8 adım da öne doğru. Muhteşem dans...

Ya yetişemeseydim, ne yapardınız siz?

NASIL BÜYÜDÜM

Ben büyürken, isim- şehir-hayvan-bitki oyunu oynardık.
Yazarın Tüm Yazıları