Pazar sabahı televizyonun düğmesine basar basmaz, ‘Asya’da yüzyılın 5’inci büyük depremi’ ve Tsunami görüntüleri ile uykum derhal açıldı.
Ekranın karşısına çakılıp, kanal kanal dolaşarak, görüntüleri izlemeye başladım. Başladım ki, fobim daha çok azsın diye!
Aradan birkaç saat geçti geçmedi, tabii hemen Türk deprem uzmanları, televizyon kanallarının haber stüdyolarına avdet edip, ‘fetva’ vermeye başladılar. Her spikerin ağzında da aynı soru: ‘Bu deprem, Marmara depremini tetikler mi?’
Hani insanın birazcık şuuru olunca, ‘Yok canım Hint Okyanusu nere, Marmara Denizi nere’ diye düşünüp, alakası bile yoktur diyebiliyor. Ama yok illa ki, bir bağlantı kurulacak, hemen bütün ‘deprem amcalar’ stüdyolara toplanacak ve o meşhur soru sorulacak.
Benim şuurum bu durumu yeteri kadar algılamamış olacak ki, öğleden sonra bir haber kanalının alt yazısı aynen şöyleydi: ‘Prof. Ercan uyardı. Deprem çantanızı hazırlayın. Saat 19.00’da haber bülteninde.’
Buyurun buradan yakın!
***
Vakti keraat gelince, nasıl olsa her kanalda bir deprem uzmanı çıkıp konuşacak, bende ne olup bittiğini anlayacağım. Bir televizyon kanalının ana haber bülteninde, Prof. Celal Şengör, yine papyonunu takmış anlatmaya başlamıştı. Marmara Depremi’nden artık uzmanı olduğumuz ‘yanal atılımlı fay’ bilgimize, bu felaket sayesinde bir şey daha eklendi: ‘Batma çıkma zonu.’
Bir bunu bilmiyorduk, bunu da öğrenmiş olduk.
Şengör nasıl hevesli anlatıyor. ‘Bilmem neredeki, bilmem ne fayı da benzer özellikler taşır değil mi?’ diye dönüp spikere soruyor. Spiker de yanıt veriyor: ‘Evet!
Her cümlesinin sonunda spikere dönüp, ‘Değil mi?’ diye sorunca, spiker de ‘Evet’ demek zorunda kalıyor ne yapsın. Neyse ki, bu depremin Marmara ile herhangi bir ilgisinin olmadığını söylüyor da, içime su serpiliyor.
Ama daha birkaç saat önce başka bir deprem uzmanı, deprem çantalarınızı hazırlayın dememiş miydi?
Bu ‘deprem uzmanlığı’ da, bizim yaptığımız ‘televizyonculuk’ işine benzedi.
Ben daha ortalarda ‘damgalı eşşşek’ gibi gezmezken, yeni tanıştığım birisinin ‘Ne iş yapıyorsunuz sorusuna, kendime bir hava vererek ‘Televizyoncuyum’ derdim. Genellikle ilk tepki olarak insanlar beni televizyon tamircisi sanırlardı. Ama ben yapım şirketinde çalıştığımı ve televizyon kanallarına program hazırladığımı söylediğimde, hani işime ‘saygı’ duymasalar da, yaptığım işi bu kadar ‘hafif’ bulmazlardı.
***
Ama vallahi özlüyorum o günleri. Yani ‘Televizyoncuyum’ dediğimde, insanların yaptığım işi önemsedikleri, ‘Ne kadar zevkli bir işiniz var, ben de televizyoncu olmak istiyorum, bunun için ne yapabilirim’ dedikleri günleri.
Türk televizyonları reality showların cılkını çıkarttıktan, eline bir malzemeyi geçirip bıktırana kadar önümüze sürmeye başladıktan, bir sürü insanı ‘kartondan ün sahibi yapıp’ sonra da suratına bakmayıp, fırlatıp attığından beri, artık televizyonculuk daha ‘niteliksiz’ bir meslek haline geldi herkesin gözünde.
Artık eskisi gibi sorular sormuyorlar bana. Son zamanlarda ilk karşılaştığım soru şu oluyor: ‘Televizyonlarda bu yapılanları doğru buluyor musunuz?’
Tabii bizde cevap hazır:
‘Siz seyrettiğiniz sürece, biz bunları yapmaya devam edeceğiz!’
Gerçekten de durum bu. Seyredildikçe yapılacak, yapıldıkça daha çok izlenme oranı için daha da bayağılaşılacak. Ama umuyorum bir dibe vurma sürecinden sonra, toparlanılacak.
Ama sanmayın ki, sadece Türk televizyonlarında durum bu. Bütün dünya televizyonları aynı durumda.
Ama her deprem ülkesinde, dünyanın herhangi bir yerinde olan yer sarsıntısında, deprem uzmanları aynı durumda mıdır, bilmiyorum. Onlar da kanal kanal gezip, farklı şeyler mi söylerler, onu da bilmiyorum.