Bir televizyoncunun gözüyle Eurovision değerlendirmesi

Bu seneki Eurovision Şarkı Yarışması, geçen yıl Sertab Erener’in elde ettiği birincilikten sonra ve de yarışmanın bu yıl İstanbul’da yapılması sebebiyle yeniden ilgimizi çekmeyi başardı.

Gazetelerin magazin sayfaları ve televizyonların ana haber bültenlerinde bir hafta boyunca tıpkı eskiden olduğu gibi yine Eurovision haberleri vardı. Tabii hiçbirimiz kayıtsız kalamadık bu duruma...



***

Cumartesi gecesi Türkstar’ın canlı yayını biter bitmez, Eurovision’un İstanbul’da yapılması şerefine ufak çaplı bir Eurovision partisi veren bir arkadaşımın evine gittim. Yemeklerimizi yedikten sonra, hep beraber ekranın karşısına kurulup, nefeslerimizi tutarak canlı yayını izlemeye başladık. İtiraf etmeliyim ki, ‘Acaba yayının neresinde teknik bir aksaklık olacak’ duygusuyla geçtim ekran başına, ama gerçekten çok başarılı ve göz alıcı bir organizasyondu. Emeği geçen herkesi tebrik etmek gerek.

Ama hani ben de bir şarkı yarışmasında jüri üyesiyim ya (zaten sanırım beni de o partiye, ben dangul dungul konuşayım onlar da gülsünler diye çağırdılar!) bazı şeyler gözüme batmadı değil!.. Canlı yayın başladığı sırada, kamera genel planda tüm salonu tararken, orada bulunan hemen hemen bütün seyirciler coşkulu bir şekilde tezahürat yaparken ve alkışlarken Abdi İpekçi Spor Salonu’nda dalgalanan ‘Karşıyaka Spor’ ve ‘Üç yıldızlı Fenerbahçe’ bayraklarını anlayamadım doğrusu. Hem de yanlış görmediysem eğer, ‘Karşıyaka seni çok seviyoruz’ yazılı kaşkol protokol sıralarında sallanıyordu.

Sonra ikinci şok dalgası geldi. Sertab Erener’in saçları! Neydi o platin sarısı saçlar öyle? Saçlar, onu olduğundan daha yaşlı ve asabi göstermiş. Ama Evita Peron rolünü oynamaya hazırlanıyorsa ona bir diyeceğim yok tabii ki! ‘İkinci saç modeli şokunu’ da Meltem Cumbul’un saçlarıyla yaşadık ev halkı olarak. Hatta ahaliden bir ses geldi ‘Aaaa, aynı Esra Ceyhan’a benzemiş’ diye. Baktım, haksız da değil bu benzetmeyi yapan arkadaşım.

Neyse bu şok dalgalarını atlattıktan sonra, finale kalan ülkeler tek tek performanslarını sergilemeye başladılar. Hepimiz her ülke hakkında bağıra çağıra yorumlarda bulunuyoruz. Fark ettim ki yıllardır değişmeyen tek şey, Eurovision’a katılan gruplardaki dans ve şov tutkusu. Hiçbir şey yapmasalar alıyorlar arkalarına üç dört tane vokal, vokalistler de bir sağa bir sola sallanarak şarkıya ve şova (!) gerekli katkıyı yapıyorlar. Allah’tan Eurovision kurallarına göre sahnede en çok altı kişi bulunabiliyor, bu kural da olmasa neredeyse göz doldurmak için yirmişer kişi çıkacaklar sahneye. 24 finalist ülke gösterilerini bitirdiğinde hemen hemen bütün ev halkının üzerinde görüş birliğine vardığı 4 favorisi vardı: Yunanistan, Sırbistan Karadağ, Türkiye ve Ukrayna.



***

Sırbistan Karadağ’ın şarkısının çalıntı olduğu iddialarının onların birinciliğini engellediğini düşünüyorum! (Ben beğendim ya şarkıyı, onlar da birinci olamadılar ya, hemen bir kulp bulmam lazım)

Ukrayna sahneye çıktığında ‘Ukraynalı Zeyna’, pardon Ruslana, hepimizi ekrana kilitledi. Güzel bir şovdu. Yunanistan’ı temsil eden Sakis sahneye çıkmadan önce, yine yırtık kot giyip giymeyeceği aramızda ufak bir tartışma konusu oldu ama, Sakis’i görür görmez gardrobunda yaklaşık yüz adet yırtık kot olduğuna karar verdik. Sirtakiyle başlayıp neredeyse striptiz ile biten şovunu seyredip Sakis’in performansından da etkilendik.

Athena’nın şarkısını ilk dinlediğimde sevmemiş olmama rağmen, itiraf etmeliyim ki sahnede çok etkileyiciydiler. Fakat, şarkının sonunda birden bire üzerinde ‘Turkish delight’ yazılı tişörtüyle ortaya çıkan dansçı kızın nasıl ve de neden sahneye geldiğini anlamamıştım. Meğerse kızcağız sahnenin bir köşesinde oturmuş ritim çalarmış ve sırası geldiğinde de üzerini çıkartıp dans etmeye başlamış. Bu da bize yönetmen kazığı oldu sanırım. Ritim çalan o kızı ne gördük, ne duyduk. Seyrettiğimiz şey birden bire sahnede bitiveren, özenti bir dansçı kızdı sadece...

Oylamayı beklerken sahneye çıkan ‘Anadolu Ateşi’ grubunun İrlanda kökenli dansına hiçbirimiz bir mana veremeyerek, oylamayı seyretmeye başladık. Oylama kısmında Meltem Cumbul’un tek sunucu olmasının sebebini ve Korhan Abay’ın niye ağzını hiç açmadığını anlayamadık. Ama Meltem Cumbul’un bu bölümdeki ve tüm geceki performansı alkışa değerdi doğrusu.

Bir ara hepimiz Türkiye’nin bu yıl da birinciliği alacağı hissine şiddetle kapıldık ama yine ‘komşunun tavuğu komşuya kaz görününce’ birincilik hayallerimiz yıkıldı. Türkiye’nin birinci olamayacağı anlaşılınca, ben Yunanistan birinci olsun istedim ama gece ‘Ukrayna’lı Zeyna’nın gecesiydi.

Final kısmında ‘Zeyna’nın bir türlü sahneye gelemeyişi ve Sertab Erener’in ‘Sinderella’ gibi ayakkabısını sahnede bırakışı, hepimiz için gecenin sürprizleri oldu.



***

Yarışma bittikten sonra, partide bulunan arkadaşlardan bir tanesi Eurovision hadisesi ile ilgili olarak en doğru yorumu yaptı sanırım. Arkadaşım aynen şöyle dedi: ‘Artık Avrupalılar bu işi ciddiye almıyorlar, bu yarışmayı ciddiye alanlar Avrupalı olmak için uğraşanlar’. Bence haklılık payı var bu yorumun, siz ne dersiniz?

Böylesine görkemli bir organizasyonu hepimize gururla seyrettiren TRT’ye ve emeği geçen herkese teşekkür ederken, TRT yöneticilerine bir şey sormak istiyorum. Eurovision gecesinin davetiyeleri neye göre dağıtıldı? Geçen yılki birincilikte Sertab Erener’le birlikte büyük payı olan Yücel Yener’e niye davetiye gitmedi? Eurovision’da Türkiye’ye Sertab Erener’den sonra en başarılı sonucu getiren Şebnem Paker’e bile davetiye yollanmadığı doğru mu? Medya kuruluşlarının çoğuna ve özel televizyon kanallarına davetiye niye yollanmadı? Ben çok merak ettim kime, neye göre dağıtıldı bu Eurovision davetiyeleri?

NASIL BÜYÜDÜM

Ben büyürken, her evde elektrik süpürgesi yoktu. Üzerine dantel örtüler serilen ‘gırgır’ süpürgeleri vardı.
Yazarın Tüm Yazıları