Pazar günü ‘anneler günü’ olması sebebiyle, ben de ‘iyi bir evlat olarak’ annemi kahvaltıya götürdüm.
Tam kahvaltı da denemez ya! Hani son dönemlerde moda olan deyimle ‘brunch’a gittik. Kahvaltıyla (İngilizce’de breakfast) öğlen yemeği (lunch) arası bir şey yani. Türkçesi ‘kahvöğl’ oluyor galiba... Hiç benim damak tadıma uygun bir şey değil aslına bakarsanız. İnsan kahvaltıda peynir, zeytin, reçel, sucuk falan yemek istiyor. Ama yok öyle şeyler pek. Sabah sabah, Çin yemekleri, suşi, balık falan çekmiyor benim canım vallahi. Şöyle güzel bir omletin yanında, demli bir çay çok daha güzel bana kalırsa...
***
Pazar günü İstanbul’da hava çok güzeldi. Kahvaltıdan çıkıp eve dönerken, yol kenarlarındaki parklarda, ya da park haline gelememiş ve gelemeyecek olan çimenlerde yayılmış, piknik yapan bir sürü insan gördüm. Üzerlerine rahat kıyafetlerini giymişler, kilimlerini sermişler, tüplerini yanlarında getirmişler, çok büyük bir keyifle piknik yapıyorlardı, otoban manzaralı, muhtemelen sabah erkenden gelerek kaptıkları ‘piknik köşelerinde’.
Zaman zaman, çok sıkıldığınızda size de ‘Gitsem bu ülkeden, başka bir yerde yaşasam’ duygusu gelmiştir. Ya da arkadaş sohbetlerinde, ‘Yaşanmaz bu ülkede, bak Avrupalılar’a’ diye konuşmuşsunuzdur. Ben de söyledim, ya da düşündüm böyle şeyleri. Türkiye’den gidip başka bir ülkede yaşamayı falan. (Şimdi ‘beyin göçü’ diyeceğim. Ne kadar kendini beğenmiş diyeceksiniz! Hangi beyin diyeceksiniz? O yüzden demiyorum vallahi!)
İşte Pazar günü, o güzel havada eve dönerken arabanın camından gıpta ile seyrettiğim piknikçiler, bana başka bir ülkede yaşayamayacağımı bir kez daha hatırlattılar. Düşünsenize, Avrupa’nın hangi ülkesinde bu manzarayı görebilirsiniz? Hiçbir ülkesinde tabii ki. Ne kadar bize özgü, ne kadar umursamaz bir tavır bu.
***
Ben, otoban kenarında piknik yapan, ağaçlara çocuklarının sallanması için salıncaklar kuran ama önce kendisi sallanan babaları, villasının önünde hortumla araba yıkayan pijamalı insanları, tıka basa doldurduğu filelerle pazardan dönen kadınları, sevgilisiyle buluşmaya giderken ona kırmızı bir gül götüren ama gülü taşımaktan dolayı çok utanan, bu durumu kendine yakıştıramayan ve gülü götürdüğüne götüreceğine bir milyon kere pişman olan delikanlıları, babasının kucağında araba kullanan çocukları, sevgilisiyle buluşurken mini etek giyip sonra da durmadan aşağıya çekiştiren genç kızları, pencerelerin önündeki yoğurt kabında büyüyen sardunyaları, brunch’ta (!) bile birbirini süzen insanları görmeden yaşayamam sanırım. Mümkün değil yaşayamam!
NASILBÜYÜDÜM
Ben büyürken öğretmenimiz her pazartesi tırnak kontrolü yapardı.
Popüler kültür mantarı haftayı boş geçirmedi
Bir popüler kültür mantarı olarak her hafta neler yaptığımı yazıyorum biliyorsunuz, geçen hafta yazmadım diye mantarlıktan istifa ettiğimi sanmayın.
* Şu anda Benjamin Lebert’in Can Yayınları’ndan çıkan ‘Çılgın’ isimli romanını okuyorum. Yatılı bir okulda okuyan ergenlik çağındaki altı gencin hikayesini anlatıyor kitapta Lebert. Kitap Almanya’da 400 bin baskı yapmış ve yazarına büyük bir ün kazandırmış.
* Bu aralar bıkmadan, usanmadan ve büyük bir zevkle Nazan Öncel’in yeni çıkan ‘Yan Yana Fotoğraf Çektirelim’ isimli albümünü dinliyorum. Albümdeki, Hay hay, Hokka, Otomobil ve daha önceleri Ayşegül Aldinç’den dinlediğimiz Beni Hatırla şarkılarını çok seviyorum. Bütün albüm çok başarılı.
* Hasbelkader Fenerbahçeli’yim, tuttuğum takım şampiyon oldu ya, sevindim tabii ki. Bütün Fenerbahçeliler’i kutlarım.
* Geçen hafta Cuma günü ‘iş başvurusu’ yazım sebebiyle bir çok mail aldım. Maillerde beni popüler kültür çığırtkanlığı yapmakla suçlayıp, özetle şöyle diyorlar: ‘Popüler kültür bilinç düzeyini yükseltmez’. Demek ki yaşadığımız ülkede ne olup bittiğiyle ilgilenmemek bilinç düzeyini yükseltir öyle mi? Üstelik ben o yazıda sadece şunu söylemek istedim, popüler kültürün tam göbeğinde bir iş yapmak isteyip de, onunla ilgilenmemek ne demek oluyor?
*Türkstar’ın son eleme gecesinde gördüğünüz gibi ağlayarak, karizmayı çizdirdim yine! Çok üzüldüm Emrah’la Meltem’in elenmesine, ne yapayım?
* Televizyonda bu aralar en çok ‘Avrupa Yakası’nı severek izliyorum. ‘Oha falan oluyorum’ yani seyrederken.
* Unutmadan Çarşamba günü Kocaeli Üniversitesi’nin Hereke Kampüsü’ndeki Sefarad konserine gideceğim. Bütün Sefarad konserleri gibi çok keyifli olacağından eminim.