Cumartesi günü elektronik posta kutuma ‘resim9’ rumuzuyla yazan birisinden (okuyucum demiyorum, niye demediğimi mektubu okuyunca anlayacaksınız) mektup geldi. Elektronik postanın konu kısmında ‘boşluk’ yazıyor.
Mektup aynen şöyle:
***
Merhabalar...
Dün belki de aylardan beri ilk defa yazınızı okudum, çünkü konu başlığı dikkatimi çekmişti. Daha önceleri yazılarınızı okumamamın nedeni ise, sizin, hayallerinize barikat kuran devlerle -kötü ruhlu cadılarla- mücadele etmeden, dağları aşıp -alın teri kavramını bilmeden- birçok, belki de ehli bile olmadığınız işlere kolay şekilde sahip olmanızdır. Bilirim ki siz ilk değilsiniz, son da olmayacaksınız. Onun için sizin gibilere kızmak belki de saçmalık. İtiraf etmek gerekirse çarpıklıklara duyulan isyanın yansıması da diyebiliriz.
Cuma günü yazdığım Feng Shui ile ilgili yazıdan sonra gelen mektup bu kadar değil. Mektubun devamında bir arkadaşının Reiki ve Feng Shui ile ilgili deneyimlerinden bahsediyor ama, açıkçası o kısım beni yukarıdaki kısım kadar ilgilendirmiyor. Elektronik postayı yollayan kişinin (Sonunda bir isim ve soyadı var ama yazan kişinin belki de hoşlanmayacağını düşünerek oradaki ismi değil de ‘Ayşe’ ismini kullanacağım yazı boyunca) yani Ayşe’nin, bugüne kadar yazılarımı okumamış olması beni kızdırmadığı gibi, hiç ama hiç üzmedi de. Ama okumama gerekçeleri sinirlendirdi, hatta çileden çıkardı diyebilirim. Aslında bu mektup dışarıdan bakan gözlerin, medyada görünen kişileri nasıl gördüğünü anlatıyor. Hiç mücadele etmeden bulunduğu yere gelen, hayallerine çabucak, hiç alın teri dökmeden ulaşan, kötü ruhlu cadılarla mücadele etmeden, gökten zembille bulunduğu yere oturduğu sanılan insanları anlatıyor.
Sevgili Ayşe,
Evet, belki Kelebek’teki köşeyi hak etmeden, gökten zembille inen, popüler kültür ürünü bir ‘ün’ sayesinde kazandım. Ama bu ün gelene kadar ben de senin gibi okudum, büyürken (ve hálá) çeşitli değer yargıları ve önyargılara karşı mücadele ettim, işimde yani önce avukatlıkta sonra televizyonculukta daha iyi olmak için çok ama çok çalıştım, kendimi geliştirmek için bir şeyler yapmaya çabaladım, kendimi tanımaya çalıştım. Yani annemin karnından doğar doğmaz, bir yapım şirketinin genel müdür yardımcısı olmadım. Bu unvan kara kaşım, kara gözüm için de bana verilmedi.
Alın terinden ne anladığını merak ettim doğrusu. Eğer bundan anladığın şey, sadece taş taşımak, harç karmak, beton dökmek gibi bedensel işler ise eğer, evet bunların hiçbirini yapmadım. Ama çalıştığım sektör içinde ben de bulunduğum yere gelmek için kendi çapımda ‘alın teri’ döktüm. Okudum, seyrettim, araştırdım, yeri geldi üç gün uyumadım, azarlandım, itildim, kakıldım, zaman zaman hakarete (dahi) uğradım.... Yani sandığın gibi hiçbir şey kolay olmadı. Hálá da kolay değil! Tahminim üniversite öğrencisisin. Üstelik okulundaki öğrenci derneğine de üyesin. Sol görüşlüsün. Düzeni değiştirmek istiyorsun. Belki sen de İstiklal Caddesi’nde eline bir gazete alıp, bağıra çağıra satıp daha çok insanın okuyup bilgilenmesini istiyorsun. ‘Alın terini’ koyuyorsun yani ortaya, inançların için. Ama sevgili Ayşe, ben de öğrenci derneğine üyeydim, ben de İstiklal Caddesi’nde gazete sattım, ben de düzen değişsin istedim. Ama bak, hayat beni nerelere getirdi. Senin de nereye gideceğini bilmiyoruz ki! Hem unutmadan, önyargı en kötü şey. İnsanın bir yer üzerinde görünen kısmı, bir de yerin altındaki görün(e)meyen kısmı olduğunu unutma!
Daha yapacak çok şeyim var
İngiliz BBC televizyonu, 20 bin izleyicisi ile ‘Hayatta mutlaka yapılması gereken elli şey’ isimli bir araştırma yapmış. İngilizler ilk 10’u şöyle belirlemişler:
1- Yunuslarla yüzmek (yapmadım)
2- Avustralya’nın Büyük Mercan Resifleri’nde tüple dalmak (yapmadım)
3- Balinaları seyretmeye gitmek (yapmadım)
4- Köpekbalıklarıyla dalmak (yapmadım, asla yapamam da)
Bu 10 şıklı listeden sadece bir tanesini yapmışım. Bazılarını asla yapamam. Ama demek ki daha yapılacak çoook işim var! Hem bu İngilizlerin listesi. Ben kendi listemi yapıp önümüzdeki hafta burada yazacağım. Sizin listenizde neler var?