Paylaş
Kırmızı ışıkta kendimi yola atıveriyorum mesela, nasıl olsa fazla(!) araba geçmiyor, niye boşuna bekleşeyim? Ya da kaldırım yerine yolun kıyısından yürüdüğümü fark ediyorum. Koca kaldırım yapmış adamlar, bomboş üstelik. Bizdeki gibi dizi dizi araba da park etmemiş. Ama ben hala yolun kenarından yürüyorum, kaldırıma paralel. Anca bir kaç gün sonra kendimi toparlıyorum.
Biri sokakta gülümseyince, hele geceyse; ‘anam!’ diyorum, ‘etrafımı sarmışlar, buradan çıkış yok!’ Geri selam vereceğime göğsümü şişiriyorum, kollarımı az iki yana açıp bir heybet oluşturmaya çalışıyorum. Karanlıklarda saklanan varsa anlasın, biz de boş adam değiliz hani. Sonra gece gece sebepsiz gülümseyen adam yoluna gidiyor, kalakalıyorum. Manyak mıdır, nedir?
Akşam bir yere çıktıysak mesela, asla dans etmiyorum. Dans bana göre bir şey değil. Kırk yılda bir gece eğleneceğime, kenarda durup milleti kesiyorum. Göz göze geldiğim rahatsız oluyor, çünkü oralarda ‘ağır abi’ kavramı yok. ‘Herhalde seri cinayet katili bu adam’ diyorlardır. Asla kendimi bırakmıyorum, şöyle bir rahatlayamıyorum. Millet erkeğiyle, kadınıyla kendini bozuyor. Afrika kabilelerindeki gibi dans eden adamlar var. Belki yarın abiden iş için randevu alamazsın ama çıkmış, gönlünce eğleniyor. Ne yalan söyleyeyim, biraz imreniyorum.
Yurt dışına gidip de gezecek, görecek yer deyince aklıma çarşı, pazar geliyor. Bir de, fazla olmamak kaydıyla, tarihi mekanlar. Tarihi mekanları gezerken de çok keyif almıyorum. İki fotoğraf çekindim miydi, tamamdır.
Eğer arkadaşlardan biri ‘müzeye gidelim mi, ya da şurada harika bir sergi varmış’ dedi mi, sanat kelimesinin ardına hemen sepet kelimesini yapıştırıveriyorum. Sanatı dilde değersizleştiriyor ya, ‘sanat sepet işlerle uğraştırmayın oğlum adamı!’ diyorum. ‘Yurt dışına çıkıp sergiye mi gidilir arkadaş?’
Memleketini çok seven biri olmama rağmen, yurt dışında Türklerle bir arada olmaktan çok hoşlanmıyorum. Bir restorana ya da bir şehir turuna gidildiğinde, ‘burası Türk kaynıyor!’ diye çemkiriyorum. Onlar da aynı şekilde söyleniyorlar, duyuyorum. Geldiğimiz yer sanki Türk kaynamıyor.
Polisten fazlaca çekindiğimi fark ediyorum. Pasaportumu, kimliğimi, otelin adresini, oda kartımı hazırda bulunduruyorum. Verseler, otelden ikametgah çıkartıp onu da yanıma alacağım. Elalemin polisleriyle göz göze gelmemeye çalışıyorum. ‘Zaten sevmiyor bunlar bizi, bir de başımı belaya sokmayayım!’ derdindeyim hep. O yüzden polis görünce bir ürkekleşiyorum, bir efendilik takınıyorum üstüme.
Adamların metrosuna, otobüsüne, tramvayına binmek yerine; genelde taksiyle dolaşma hevesindeyim. Artık alıp da binemeyeceğin arabaya el edip durdurmak mı hoşuma gidiyor, nedir? Taksici Türk çıkınca pek seviniyorum. Kesin dolaştırır bunlar bizi, bu adam memleketlim sonuçta diye mutlu oluyorum. Hayatta sormayacağım, cevabını hiç merak etmediğim sorular sormaktan kendimi alamıyorum. ‘Nerelisin?’, ‘her sene Türkiye’ye gidiyor musunuz?’, ‘nasıl bakıyorlar Türklere bunlar?’, ‘iyi kazanıyor musunuz?’, ‘şimdi bu taksicilik işi nasıl, bizden farklı mı?’ şeklinde sorularla adamı bayıyorum.
Türklüğümle gurur duymama rağmen, bir yabancı ‘sen hiç Türk’e benzemiyorsun’ deyince, keyifle atılıyorum ‘kime benzettin?’ Artık İtalyan’a benziyorsun 10 puan, İspanya – Arjantin 9 puan. Araplara benzetilirsem çok bozuluyorum mesela. ‘Ne arabı kardeşim?’ diye söylenmeme ramak kalıyor. Yutkunuyorum.
Çoğunun parası bizimkinden kıymetli olduğu için, bir şeyler alırken, önce kafamdan Türk parasına çeviriyorum, sonra da genelde ‘yuh!’ diyorum. ‘İki kahveye kırk Lira ödedik birader!’ diye bir saat söyleniyorum.
Sanırım adamların bizi şiş kebaba, dönere, baklavaya indirgemesi beni çok rahatsız ediyor. Sanki bizim memlekette hepimiz toptan gıda sektöründeyiz. O yüzden belki, Galatasaray ya da Fenerbahçe diye takım telaffuz edildiğinde futbol fanatiği kesiliyorum! ‘Cacık da bizim, fava da bizim, musakka da!’ şeklinde bir savunmaya geçiyorum.
Ben heriflerin Parlamentosundan bir kaç isim sayabiliyorken, Brexit oylamasının sonuçlarını İstanbul’da bir taksici abiyle konuşabilirken; onların hiç bilmeyeninin ‘kadınlar herhangi bir işte çalışabiliyor mu?’ sorusuyla, bileninin anca ‘Antalya very nice’ cümleleri çok içimi acıtıyor.
Her yurtdışına gittiğimde, kendimi sorguluyorum. Gönlümce gezip eğleneceğime, sürekli karşılaştırıyorum. ‘Bizde şöyle, burada böyle’, ‘bu var ya bizde olsa’ cümlelerim havada uçuşuyor. Üç, beş günlüğüne de olsa, bir türlü Türkiye’yi geride bırakamıyorum. İnterneti buldum muydu, hemen bizim haber sitelerine giriyorum. Bakalım memlekette neler olmuş? Bizim gündem Türk dizileri gibi ağır aksak değil. Bir gün takibi bıraktın mı, yakalayamazsın. Bırakmıyorum.
Sonuçta nereye gitsem, mecburen kafamı da götürüyorum. Kafamda da deli sorular.
Bilmem, herhangi bir paragraf size tanıdık geldi mi?
Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş