FUTBOLU seviyorum. 90 dakikayı öfkeyi, nefreti, aşkı, sevgiyi, merhameti, coşkuyu, üzüntüyü. Yaşamda olabilecek hangi duygu varsa hepsini sığdırdığı için seviyorum. İnsanımı seviyorum. Her durumda bayrağını, toprağını, takımını desteklediği; onu hep yukarılarda hep şampiyon görebilmeyi arzuladığını biliyorum.
Milli Takımı seviyorum. Coşkun Özarı’dan, Terim’e, Denizli’den Güneş’e kadar sayısız hocanın emeğinin geçtiği; ulusal duygularımızı en yoğun yaşadığımız alan olduğu için seviyorum. Futbolun, Milli Takım’ın, ay yıldızın siyaseti yoktur. Tarafı yoktur. Çünkü bir ülkeye aittir.
* * *
Dün gece hayatımda önemli bir yer edinecek. Son 15 dakikasına kadar hemen herkesin öfkeyle bağırdığı bir anda peş peşe gelen gollerimizle, dünyanın en uzun forvetlerinden birini yendik. Dünyanın en iyi kalecisine 15 dakikada üç gol birden attık. Dünyanın seyrettiği bir maçı, bir "Euro Turnuvası" düzeyini çok aşıp, "Dünya Kupası" maçına yakışacak düzeyde oynadık.
An geldi hatalar yaptık. Taktik hataları, eşleşme hataları, kademe hataları, Volkan’ın yaptığı gibi "yapılmayacak" hatalar da yaptık. Ama çok çok uzun süredir ilk kez, belki de ilk kez "takım" olduk. "Ülke" olduk. 70 milyon değil, 100 milyon değil, 300 milyon değil, 11 kişiyle Türk olduk!
* * *
Biliyorum, televizyonları, radyoları ya da bilgisayarları başındaki milyonlarca insanımız bu coşkuyu inanılmaz şekilde yaşadı. Biliyorum ki, ben bu yazıyı yazarken Taksim’den Kızılay’a, Bağdat Caddesi’nden Çarşı’ya, Kayseri’den Trabzon’a, New York’tan Sydney’e herkes sokaklarda.
Ama inanın bu maçı Cenevre’deki statta yaşayanlar ırkıyla, bayrağıyla, toprağıyla, ülkesiyle bir kez daha gurur duydular.
Eleştiriler, uyarılar, yapılması ve yapılmaması gerekenler bir başka yazıya.
Takımımla gurur duyuyorum. Bu ülkeye, milyonlarca Türk’e Türk’lüğü ile bir kez daha gurur duymalarını sağladıkları için.
Dün golleri atan da, coşkuyu yaşayan da, Avrupalı’ya parmak ısırtan da Türk’tü. Bu bana yeter!