AYLARDIR beklenen gün geldi çattı... Euro 2008’e Portekiz gibi güçlü bir takımla oynayarak başlayacağız. Herkes nasıl oynayacağımızı ve nasıl bir sonuçla sahadan ayrılacağımızı düşünüyor doğal olarak.
Gördüğüm kadarıyla Fatih Terim oyuncular üzerinde büyük bir otorite kurmuş durumda. Tecrübeli Aurelio bile Terim’in oyun içinde kendisine yaptığı uyarıları dikkatle dinliyor ve harfiyen uyuyor. Önceki günkü idmanda Tümer’in bir seyirciyle yaşadığı diyalog ve Gökdeniz’le Emre Aşık’ta gördüğüm isteksizlik dışında Milli Takım’ın havası çok çok iyiydi.
Nihat’ın basın toplantısındaki İspanyolca konuşması sırasındaki özgüvenine hayran oldum.
Terim taktik olarak iki konuda sıkıntı çekiyor. birincisi ölü topların hemen hepsini Nihat’a kullandırıyor ve yapılan ortalara etkili kafa vuruşu gelmiyor.
Bunun üzerine Mevlüt’le Semih’i değiştirerek oyuna devam eden Terim yine de arzuladığı "bitirici santrfor" kimliğinde bir uç oyuncusu üretebilmiş değil..
Gözlemlediğim ikinci sıkıntı yine ölü toplarda ikinci şansı kullanma durumundaki oyuncu seçimleriydi. Nihat’ın kullandığı yan toplar sırasında iki stoperimiz rakip cezaalanına gittiği için savunmanın en gerisinde kaptan Emre kalıyor. Onun hemen önünde ikinci kesici olarak Hamit, biraz solda da Sabri kalıyor.
Bu üç oyuncu da uzaktan şut atma konusunda takımın en iyileri. Nihat’ın da ilk topu kullandığını düşünürsek, bu düzende seken topları kaleye isabetli bir şekilde gönderecek oyuncu sıkıntısı çekeceğimiz ortaya çıkıyor..
Bu iki sıkıntının yanında Terim’in C.Ronaldo topla buluştuğunda takımımızın nasıl pozisyon alacağına ilişkin kurgusu çok yerindeydi.. Terim, Uğur ve Arda’yı sol kanatta birlikte oynatarak onların top teknikleri ve hızlarından yararlanarak savunma oyuncularını test etme olanağı buldu.
Sabri, Hamit, Emre ve Aurelio;C.Ronaldo topla buluştuğunda sağ kanadımızı daraltacaklar. Onu karşılayan ilk oyuncunun amacı Portekizli’ye mümkün olduğu kadar zaman kaybettirmek olacak. Bu arada diğer oyuncular kademeli olarak alan kapatıp C.Ronaldo’nun doğrudan kalemize gitmesine engel olmaya çalışacak. Umarım Şampiyonlar Ligi’nin ve Premier Lig’in yıldızını bu akıllı taktikle durdurmayı başarırız.
Aytek ve Clio
AYTEK Kahramanmaraşlı bir Türk genci. Kocaeli Üniversitesi’ni okuduktan sonra eğitimini sürdürmek için İsviçre’ye Lozan’a gelmiş. Geçen yıl Malta’da tanıştığı Clio isimli İsviçreli kız arkadaşıyla da ilişkisini ilerletmiş ve bu yıl nişanlanmışlar.
Aytek Galatasaraylı.. Nişanlısıyla birlikte Sion-Galatasaray maçına gitmişler ve Clio Türk bayrağı sallayarak sarı-kırmızılı takıma destek vermiş. Birbirine son derece yakışan çiftin konuğu olarak Lozan’da İsviçre’nin yöresel yemeği "Fondue"yü tadmak üzere Rony isimli restoranta gittik.. Bir de ne görelim, bizim Karadeniz’in meşhur "mıhlamasının" kardeşi karşımızda duruyor. İki çeşit İsviçre peynirinin eritilmesiyle yapılan ve sıcak servis edilen Fondue’yü ekmek veya haşlanmış patates batırarak yiyorsunuz. Yemek sırasında Aytek’e mutlaka mıhlamayı denemesini tavsiye ettikten sonra Clio’ya can alıcı soruyu sordum. "Çarşamba günü İsviçre-Türkiye maçı var. Hangi takımı tutacaksın" dedim.
Hiç politika yapmadan, "İsviçre" dedi.
Ne diyelim, "Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun, yanında da en az bir puan alırsak isafirperverliğinize tam not vermeye şimdiden hazırız çocuklar..."
Terim’e...
STARLAR için imkansız yoktur. Bu imkansız, diyen bir ekiple çalışmakta zorlanırlar. Sizin imkansız dediğinizi aslında o çözmüştür. Ama sizin çözüp çözemeyeceğinize bakar. Sonra kendi çözerek farkını bir kez daha ortaya koyar...
Olmadı THY!..
CENEVRE’ye çarşamba sabahı Türk Hava Yolları’nın uçağıyla geldim. Geçen yıl "zamanında uçma ve gecikme yapmama" konusunda Avrupa’nın en iyi ikinci havayolu seçilen THY her konuda olumlu adımlar atmaya devam ediyor. Cenevre’ye uçtuğumuz Van adlı uçakta da yemek servisinin kalitesinden, hosteslerin güleryüzlü yaklaşımlarına kadar her şey çok iyiydi. Ancak bu kadar artının yanında ufak bir detay canımı sıktı.
Cenevre’ye gidiş nedenimiz Avrupa Futbol Şampiyonası... Bizim gibi bir çok medya kuruluşundan, birçok sponsor firmadan çok sayıda insan bir ay boyunca İsviçre ve Avusturya’ya bu şampiyona için uçacak. Ve THY’nin aylık dergisini okuyarak da zaman geçirmek isteyecekler. Derginin Haziran sayısını dikkatle inceledim. Yurt dışından ve yurt içinden birçok şehir tanıtılıyor, çok sayıda konu işleniyor.
Ama tek bir sayfada, hatta tek bir satırda dahi Euro 2008’den bahsedilmiyor. Önce gözlerime inanamadım. Sonra, "Bu dergiyi hazırlayanlar hangi gezegende yaşıyor" diye düşündüm. Birçok havayolu şirketi bu şampiyona için özel ekler çıkartırken THY’nin dergisinde tek satırın olmamasının adı koca bir "sınıfta kalmadır" bence!
Bayraklar da olmasa...
ÜÇ gündür İsviçre’deyim.. Dünya zenginlerinin "sırdaş" ülkesi Euro 2008’i yaşama ve yaşatma konusunda çok çok gerilerde kalmış durumda. Ortada doğru dürüst bir organizasyon bile yok. Akreditasyon merkezi bugüne kadar gördüklerimin en küçüğü ve en yetersizi. Havaalanından Cenevre Stadı’na gitmek için mutlaka bir bilene danışmak zorundasınız.
Stad tabelaları 10 kilometre sonra başlıyor ve sizin görememeniz için özel olarak küçültülmüş ve saklanmış gibi. Stadın hemen yanındaki alışveriş merkezi yapı itibariyle Akmerkez’i andırıyor. Ama içindeki insan sayısı Akmerkez’in tadilatta olduğu günlerden bile az. Alışveriş merkezinin içindeki düzenlemeler ve bazı binalardaki bayraklar da olmasa "yanlış ülkeye geldik galiba" diyebilirdik. Bunun sebebini de Denizlili bir Türk dönerciden öğrendim. Turnuvanın İsviçre’ye verildiği günden beri organizasyon komitesi, "İnsanları nasıl eğlendiririzden" çok, sürekli "güvenlik" konuşmuş.
Olay çıkmasından çok ama çok korkan İsviçre Hükümeti bakalım şampiyona başladıktan sonra futbol için gelenlere coşku dolu günler yaşatabilecek mi yoksa bu sıkı disiplin en sıkıcı turnuvanın altına imzasını mı atacak, hep birlikte göreceğiz.