Vizontele Tuuba'yı gala gecesi izledikten sonra bir kere daha karar verdim ki Yılmaz Erdoğan tam anlamıyla bir inceci.
Yılmaz Erdoğan sinemasını, Yılmaz Erdoğan tiyatrosunu, Yılmaz Erdoğan şiirini, Yılmaz Erdoğan stand-up'ını 'ince ince dokunduruyor'dan daha iyi tanımlayan bir ifade tanımıyorum.
Yılmaz Erdoğan'ın yaratıcı ürünlerini tüketirken onun bir homo şairus ve homo siyasicus olduğunu baştan kabul etmek gerekiyor. Öyle ya da böyle siyasi bir dokundurma yapmadan, şair ruhunu konuşturmadan rahat etmiyor Erdoğan. Vizontele Tuuba'da da bu konuda Nirvana'ya ulaşıyor.
Vizontele Tuuba, Vizontele'den altı yıl sonra geçiyor. Öykü en az Vizontele kadar zeki tasarlanmış. Hakkari'ye 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gölgesi düşüyor, kütüphanesi olmayan kasabaya eski solcu bir kütüphane memuru atanıyor, Deli Emin kütüphanecinin kötürüm kızına áşık oluyor, jandarma komutanı kendini ahaliyi kötü düşüncelerden korumaya adıyor, sağ-sol çatışması alıyor başını yürüyor, sonunda da bildik son: Asker önüne geleni cemselere doldurup önüne katıyor!
Vizontele Tuuba'da Aziz Nesin kırıntıları var, Uğur Mumcu'nun Sakıncalı Piyade'sinin kırıntıları var, Yılmaz Güney kırıntıları var. Erdoğan hepsini hamur yapıp, filmin sonunda cemselere doldurulup merkeze götürülenlerin peşinden mesajını patlatıyor: Yapmak istedikleri yasal değildi ama hiçbiri de yasalara karşı olan şeyleri yapmamışlardı!
Vizontele Tuuba da ilki gibi keyifle akıyor. Yılmaz Erdoğan'ın inceci mizahının bu akışta payı büyük. Bana ikinci filmde, akışkanlığı bozan daha fazla keskin geçiş var gibi geldi. Ancak Erdoğan'ın yönetmen olarak daha da ustalaştığı, planlara artık yüreğini daha istediği gibi koyduğu da kesin.
1979'da Türkiye'de sağ-sol kavgasında ölenlerin sayısı 1500’den fazlaydı. O dönemde yaşadığım Ankara, bu şiddetten nasibini alan kentlerin başında geliyordu. Bu nedenle filme yansıyan Hakkari'deki ılıman siyasi iklim ve 'yasalara karşı olan şeyleri yapmamışlardı' tezi garibime gitmedi desem yalan olur.
Günün sonunda, Vizontele Tuuba tabii ki bir Yılmaz Erdoğan yorumu, eğer Hakkari'den bildiren Erdoğan 12 Eylül öncesi dönemi oradan böyle algılamışsa ne diyebiliriz. Mutlaka Vizontele Tuuba'yı görün diyebiliriz. Yılmaz Erdoğan zekasını sinema perdesinde izlemek farklı bir duygu. Kaçırmamak lazım.
Elveda Lenin'i bir yerlerden tanıyorum
Anneniz kalp krizi geçirmiş, dokuz ay komada kalmış ve 24 Ekim 1980 tarihinde kendine gelmiş olsun. Doktorunun söylediği de şu: Aman heyecanlanmasın, yoksa kaybedebiliriz.
Anneniz sıkı bir sosyalist. Çocukluğunuz annenizden dinlediğiniz 'Baban başka kadına kaçtı' öyküleri ile geçmiş. Bu nedenle annenize çok bağlısınız, onun için canınızı verecek durumdasınız. Ne yaparsınız?
Öyle 'bön bön' bakmayın, bir şeyler yapmak zorundasınız. Kadın komaya gireli Türkiye çok değişmiş durumda.
Turgut Özal 24 Ocak kararlarını almış, ekonomi serbest hale gelmiş, ihracatçılara teşvik almış yürümüş, ithalat serbest bırakılmış, ortalık yabancı üründen geçilmez olmuş. İçine kapanık Türkiye açıldıkça açılmış, her köşe başı kapitalistten geçilmemeye başlanmış, üstüne üstlük bir de 12 Eylül 1980'de askeri darbe olmuş, ne yaparsınız?
Kadını öldürecek misiniz? Türkiye'nin değiştiğini göstermemek için annenizi televizyondan ve değişen unsurlardan uzak tutmak istemez misiniz? Böyle yapınca da ortaya tiraji komik bir durum çıkmaz mı?
Güzel öykü ama değil mi? Güzel ama her zaman olduğu gibi biz Türklerin aklına gelmemiş Wolfgang Becker ve Bernd Lichtenberg'in aklına gelmiş. Değişimin başlangıç noktası da 'Berlin Duvarı'nın yıkılışı' gibi çok önemli bir kilometre taşı olunca Elveda Lenin 2003 yılında birçok festivalde ödül almış.
Elveda Lenin'i ödüllere götüren tek nokta, kendine Berlin Duvarı'nın yıkılışı ile birlikte Doğu Almanya'nın yaşadığı kapitalist dönüşümü konu alması. Peki film kapitalist dönüşümü yansıtabiliyor mu? Kesinlikli hayır, ucunda kalıyor. Yönetmen Becker daha çok aile arası ilişkilere dalınca, 'şeytan ve melek' arasında bir tercih yapamayınca resmen her şey kursağa diziliyor.
Elveda Lenin'de bazen tempo düştükçe düşüyor hatta yerlerde sürünüyor. İnatla sonuna kadar dayandığınızda ise filmin beyninizde bıraktığı dramatik tat, yala yala bir süre bitmiyor. Sosyalizm ve kapitalizm arasında hálá gitgeller yaşayanlar için Elveda Lenin düşünce kışkırtıcı olabilir. Deneyin bakalım.
Beşiktaşlı arkadaşlarımı tanıyamaz oldum
5 kırmızı kartlı Beşiktaş-Samsunspor maçından sonra ne Lucescu'yu ne Serdar Bilgili'yi ne de Beşiktaşlı arkadaşlarımı tanıyabildim. Taraftarlık hırsı nasıl insanların gözünü kör ediyor anlamıyorum.
Lucescu diyor ki: 'Futbolcularım aşağılandı, tabii ki saldırgan olacaklar'. Bilgili diyor ki: 'Taraftar alt tarafı kartopu attı. Ben de kızıma kartopu atıyorum.' Arkadaşlarım, televizyondaki zır cahil yorumculardan etkilenerek diyorlar ki: 'İşin içinde derin devlet var. Bu işi Fenerliler organize ediyor'.
Pes! Vallahi de pes, billahi de pes! Benim izlediğim başka maç mı acaba? Derin devlet Pancu'ya nasıl tekme attırabilir? İtalyan gizli servisi ile işbirliği yaparak mı? Yoksa bizi bölmek isteyen CIA da işin içinde olabilir mi? Kesinlikle olabilir. Yıllardır bizi Kürt, Laz, Çerkez diye bölmediler, futbol arenasındaki şaibe goygoycularını kullanarak pekálá bölebilirler. Uyarıyorum! Bu gidişin sonu kötü, futbol yoluyla bölünebiliriz, kan dökülebilir. Soğukkanlı olun. Şaibe goygoyculuğunu bırakın, şaibe goygoycularına prim vermeyin. Futbol zevkimizi katletmeyin. Lütfen!
Cuma PARILTISI
Parıltı da nereden çıktı diyorsunuz değil mi? Cumaları gülerek kendimizi parlatmalıyız arkadaşlar. Bu gece hazırlık gecesi. Cumartesiye, tatile hazırlık yapılacak. Okunacak, izlenecek, yenecek, içilecek bütün hafta yaptıklarımız arkadaşlarla paylaşılacak, ruhen arınmaya başlangıç yapılacak. Tüm bunları yaparken gülümseme yüzümüzden eksik olmamalı. Bu gülümsemeye katkı için ara sıra değişik fıkralar yayınlayalım diyorum. Dağarcığınızda değişik fıkralar varsa lütfen paylaşın, burada yer verelim. İlk fıkra Zeynep Atılgan'dan:
Brejnev Küba'ya gelecekmiş. Kübalılar toplanmış bir hoşluk yapacaklar. Ülkenin ressamına başvurmuşlar: 'Bir tablo yap! Adı Brejnev Küba'da olsun'. Ressam 'Hadi oradan, ben adamı görmedim, üstelik hayatında Küba'ya gelmedi, ben adamın nasıl resmini yaparım' demiş. O aralar Havana'da bir inşaat ihalesi nedeniyle bulunan Temel olayı duymuş 'İhaleyi bana verin size istediğiniz tabloyu yaptırtayım' demiş. Adamlar çaresiz ihaleyi Temel'e vermişler. Temel bir hafta sonra kolunun altında tabloyla Kübalıların yanına gelmiş, 'İşte tablonuz' demiş ve hızla tuvalin üstündeki bezi aşağıya çekivermiş. Kübalılar bir bakmış, tabloda iki kişi yatakta, al takke ver külah. Küba Turizm Bakanı 'Bu ne?' diye gürlemiş. 'Bu ne? Bu kadın kim?'. 'Brejnev'in karısı' demiş Temel. Bakan yine sormuş: 'Bu üstündeki adam kim?' Temel: 'Brejnev'in uşağı'. Bakan köpürmüş: 'Brejnev nerede ulan!'. Temel yanıtlamış: 'Brejnev Küba'da, Küba'da!'.
Cuma LAKIRDISI
İyi çalışan, sık gülen ve çok seven başarıyı elde eder (J.Brown)
Cuma Takıntısı
İstanbul BKM'de Cem Yılmaz'ın stand-up'ını kaçırmayın. Tam üç saat gülmekten yüz kaslarım deforme oldu. İddia ediyorum Türkiye'ye Cem Yılmaz gibisi gelmedi, uzunca bir süre de gelmeyecek. Tırsmayın, gidin, kasmayın gülün!