Tayyip'ten değil geç kalmaktan kork

RECEP Tayyip Erdoğan'dan da, AKP'den de korkmuyorum. 'İktidara gelirler bizi kıtır kıtır keserler' diye en ufak bir korkum yok.

Bundan sonra Türkiye'ye şeriat meriat gelmez diyenlerden de değilim. 15 yıl boyunca ilköğretim aşamasında şeriat yanlısı bir eğitim verin bakalım 20 yıl sonra kesilen parmak acıyor mu acımıyor mu? Korkum morkum yok, çünkü 28 şubatta gördük ki, devletin eli armut toplamıyor, cizme aşıldı mı adama haddini bildiriyorlar! Yine bildirirler, korkum bundan. İnsan değişir, Tayyip de değişir.

Ama 'İslami hareketin' kimlik tanımlayıcıları ve ideolojisinin değişmesi mümkün değil. Bunu değiştirmeye Tayyip'in de AKP'nin de gücü yetmez. 'Başörtüsü öncelikli konu değilmiş.'.

Elimde Peter Chelkowski ve Hamid Dabashi tarafından 1999 yılında yazılan ve İran'a şeriatı getirmek için uygulanan ikna taktiklerini anlatan bir kitap var, adı: 'Staging A Revolution: The Art of Persuasion In The Islamic of Iran'. Kitabın 88'inci sayfasında yazarlar şöyle diyorlar: 'Örtünmüş kadın devrimin en erken aşamasında işin içine katıldı. Bütün kadınlar dindar bir alçakgönülülükle örtünmüyordu: İki yüz yıl aktif laikleşme süreci, örtünmeye alışık olmayan bir İranlı kadın nesli yaratmıştı. Bazı siyasi açıdan aktif kadınlar Şah Pehlevi rejimine karşı devrim kampanyası kapsamında dayanışmanın dışadönük bir gösterisi olarak örtündüler. Devrim olur olmaz da örtünmenin posterlerle propagandası yapıldı.' Türkiye'nin başına 'başörtüsü' aynı nedenlerle 'bela' edilmiştir. Amaç bandwagon yani 'gaza getirme' etkisi yaratmak, yandaşlara 'yalnız değilsin mesajı vererek' mitoz bölünme yoluyla çoğalmaktır.

Bu nedenle, İslamı referans alan partilerin 'başörtüsü'nü, öncelikli konu görmemeleri mümkün değildir. Çoğalmaları ve oy potansiyellerini arttırmaları ancak böyle bir dışa dönük dayanışma ile gerçekleştirilebilir. 'Başaörtüsü' ve islami ideolojiden kaynaklanan diğer öncelikli konular ısrarla gündeme gelince de ister istemez Hasan Mutlucan tüm müzik kanallarının en çok istenen parçası olacaktır. Bu da zaman kaybıdır. Lütfen zaman kaybetmeyelim. Lütfen daha az riskli yoları deneyelim. Ama 'İran Modelini' asla! Allah kimseyi 'şeriatla' terbiye etmesin!

Texas City Nereyedur?

Turkcell'in 12 Dev Adam İletişim Sponsorluğunu duyurduğu reklamda basket topu bir sürü ünlü dünya şehrinin üstünden geçiyor. Bunlardan bir tanesi de Texas City. Haritaya baktım, ABD'deki arkadaşlarımı aradım. Texas City'yi bilen yok. Texas olmasın?

Ani İpekkayalı Tang reklamı otuzuncu sene-i devriyesini doldurdu. Tahminen oradaki küçük kız da büyümüş çoluk çocuğa karışmıştır. Hani bütçe yoksa arkadaşlar aramızda toplayıp verelim diyorum

Hülya Avşar'ın yeni CD'sini aldım. Şarkılar çok güzel. Sesi güzel biri söylese pek çok şarkı dillere düşer, kesin bazıları liste başı olur. Yazık olmuş caanım şarkılara..

Eti, sonunda fare yakalamaya başladı

ETİ, durdu durdu sonunda turnayı gözünden vurdu. Eti form için çekilen iki reklam filmi benim uzun süredir gördüğüm en iyi Eti reklam filmleri. Eti Tutku için çekilen reklam filmleri de (Reklam Ajansı: Güzel Sanatlar/Saatchi&Saatchi Rating: Üç yıldız) fena değillerdi ama Eti form için çekilenler, markaya katkıları açısından bir harika. Tabii bu arada 'zayıflama' konusunun' yaratıcı fikir geliştirmeye daha uygun bir konu olduğunu da belirtelim. Benim reklamlardan anladığım Eti'nin, 'light' ürünlerini 'Form' alt markası altında bir hizaya getirmek istediği. Medya 60-90-60 ölçüleri pompalıyor.

İradeli Türk kadını da hayal olduğunu bile bile, bu ölçülere ulaşmak için her hafta iki kere diyete başlayıp üç kere diyeti bırakıyor (ki bunun adına literatürde yo-yo diyeti denmektedir). Böyle olunca da 'Light' ürünler kapış kapış gidiyor. Bu nedenle bu alanda koşan bir ata sahip olmak fena fikir değil. Reklamların başarısı basit ve tek bir fikri mizahı da içerecek şekilde dolandırmadan anlatmalarından kaynaklanıyor. Fikir şu: Form ye, formda kal. Reklamların birinde yan yana kabinlerde iki kadın elbise deniyorlar.

Birinin göbeği elbiseden fırtlıyor, diğeri Eti Form'la beslenmiş, fazlalıkları yok. Hayatın içinden tanıdık bir anı yakaladığı ve bu anı mizahi bir tonda sunduğu için reklamı izlemek keyif veriyor.. Reklam müziği hoş ama görüntü ve ses eşlemesi olmadığından, görüntüler de çok keyifli olduğundan sözlerdeki anlam kaçırılıyor. Oysa sözlerde 'Form ye, formda kal' fikrindeki neden sonuç ilişkisi 'Erken kalk, zinde kal', 'hep gül sevimli kal' gibi neden sonuç ilişkileri ile pekiştirilmeye çalışılıyor.

Zayıf kadının cebinden düşen Eti Form ikna ediciliğe kısmen zarar verirken, reklamın sonunda 'zayıf görünmek için enine çizgili bir şeyler isteme görüntüsü' gerçeklik duygusunu güçlendiriyor. İkinci filmde ise iletilen fikir aynı ama anlatım daha basit. Kadınlardan biri dolu bir asönsöre bindiğinde asansör 'aşırı yük' sinyali veriyor. Hepimiz bu kadının Eti Form ürünlerine ihtiyacı olduğunu anlıyoruz. Eti Form kampanyasında anlamadığım niye iki filmin aynı anda yayına sokulduğu.

Bence hiç gerek yoktu. İlk film aşındıktan sonra ikinci kullanılsa çok daha etkili olurdu. Diğer anlamadığım konu ise 'Kemal Sunal' filmleri içinde Eti Form reklamlarının ne aradığı. Hakkaten ne arıyor? Allahaşına medya planı yaparken şu doldur boşalt taktiğini bırakın ve kalite ratingi denen şeyi öğrenin artık. Ve tabii ki uygulayın. (Reklam Ajansı: DDA Rating: Dört Yıldız)

Rekabet Kurulu'ndan reklamcılığa darbe

REKLAMCILAR Derneği 1995 yılından bu yana her yıl taban fiyat listesi hazırlar ve üye reklam ajanslarına duyururdu. Bu fiyat listesi tavsiye niteliğindeydi, sadece ve sadece bir 'ölçü' oluşturmaya yarıyordu. Reklamverenler bu listedeki fiyatları görüp, bu fiyatlar üzerinden bir indirim istiyorlar, eğer istedikleri indirimi alamazlarsa da, her zaman daha fazla indirim yapan bir ajans mutlaka bulunuyordu. 2001 yılında Rekabet Kurulu, bu taban fiyat listesinin 'uyumlu eylem yoluyla rekabeti engellediği' gerekçesiyle Reklamcılar Derneği aleyhine soruşturma başlattı. Ben, düz mantık düşünüldüğünde 'taban fiyat listesi sorgulamasını' haklı buldum.

Ancak sorgulama sonunda reklam sektörünün dinamiklerini ve Türk reklamverenin kültürel özelliklerini anlayacak olan Rekabet Kurulu'nun Reklamcılar Derneği'ni aklayacağından emindim. Çünkü Türkiye 'yaratıcılığa' para ödemeye gelince 'yahu bu senaryoda da ne varmış, benim işim olmasa kendim yazardım' diye yan çizenlerin ya da saatlerce emek verilerek hazırlanmış ambleme ya da logo'ya para ödemeye gelince 'bunun nesi para eder iki çızıktırmışsınız işte' diye kaytarmaya çalışanların bol olduğu bir ülke...

Ve 'taban fiyat listesi gibi' bir ölçü olmadığında da reklam ajanları istedikleri ücretlerin rasyonelini ortaya koymakta zorlanıyorlar. Çünkü biz Türkler 'düşüncenin' bir maliyeti olmadığı konusunda hemfikiriz. Ne yazık ki Rekabet Kurulu'nun da bizden farkı yokmuş.

Kurul, Reklamcılar Derneği'ni oybirliği ile suçlu buldu. Benim anlamadığım niye bu kararı vermek için bir yıl beklendiği. Eğer böyle düzmantık düşünülüp karar verecekse niye bir yıl soruşturma yapıldı ki? Ne kadar beklenirse o kadar 'ince eledik sık dokuduk' imajı oluşuyor ve bu prestij getiriyor galiba.

Oysa bir yıl reklam sektörünü inceleyecek bir uzmanın reklam sektörünün sözünü ettiğim dinamiklerini anlamaması olanaksız. Eğer anlaşılmıyorsa rekabet kurulu uzmanlarında aranması gereken özellikleri, verilmesi gereken hizmet içi eğitimleri yeniden sorgulamak gerekiyor galiba. Bu karara kadar Rekabet Kurumu ve Kurulu'nun kuruluşlarından bu yana performanslarını, her türlü yasal düzenleme ve yetişmiş elemen eksikliklerine rağmen mükemmel buluyordum. Ama bu karardan sonra kafam karıştı. Gerekçeli karar açıklanınca umarım kuşkularımdan arınırım.

Uno'dan bit kadar pasta tabanı

KEMAL Derviş'in YTP'yi satışa getirdiği saatlerde ben yedi kadınla birlikte, bizim evin balkonunda muhabbet ediyordum. Ne işin var yedi kadının arasında diyorsunuz değil mi? Bunlar bizim site sakinleri (görseniz bir sakinler, bir sakinler).

Küçük 'gün' gibi bir şey vardı evde, ben de maydonoz oldum işte. Ben oldum olası kadın günlerine meraklıyımdır. Küçükken de annemin arkadaşları eve geldiğinde yanlarında oturur ne konuştuklarını merakla dinlerdim. Tabi bir şeyi de itiraf edeyim. Önemli nedenlerden biri de misafirlere hazırlanan birbirinden nefis kekleri pastaları mideye indirmekti. Şimdi de vakit buldukça Ecmel'in çok kadınlı toplantılarına katılmak hoşuma gidiyor. Annemler daha çok onun gelinini bunun görümcesini çekiştirirlerdi, şimdikiler Pegouet 206, Opel Corsa, Honda Civic arasındaki farkları tartışıyorlar.

Hem biliyorsunuz bu 'gün' denen şey sadece çalışmayan kadınlara özel bir şey değil. Türkiye'de Profesörü bile paralı 'güne' gidip akşam eve dönünce hane halkını aç bırakıyor. Çünkü tok açın halinden anlamıyor. Neyse kadınları çekiştirmeyelim. Ama iyi ki bu küçük toplantıya maydonoz olmuşum, Uno için çok yararlı bir şey öğrendim. Kadınlar Uno'nun pasta tabanlarını küçültmelerinden hiç memnun değiller. 'Ne o öyle bit kadar olmuş' diyorlar. Altınkek de boyutunu koruduğu için takdir ediliyor.

Hatta büyük boy pasta tabanı isteyenler de yok değil. Pasta tabancılar. Unocular. Bu kadınlara kulak asın, yoksa Pazar kaybetmek üzeresiniz haberiniz olsun. Bu arada konuşmaların arasına 'Derviş'in YTP'yi sattığı' haberi bomba gibi düştü. 'Şimdi kime oy vereceğiz?' diyenler oldu, 'O papaz başta olduğu sürece (Baykal'dan söz ediyor) CHP'yte oy yok' diyenler oldu, 'CHP'ye vermezseniz AKP'ye yarar' diye ısrar edenler oldu. Bombanın kısa sürede etkisi geçince pasta tabanlarına geri dönüldü. Fiyatı yükseltsinler ama pasta tabanımıza dokunmasınlar diyen kadınlar çoğunlukta...

Çekirgelik

İyiliği gizli yapanlar tanrıya inananlardır (Balzac)
Yazarın Tüm Yazıları