’Pseudo-event" (yapay olay) kavramını 1973 yılında habercilik literatürüne sokan Daniel J.Boorstin.
Boorstin’in tanımına göre "yapay olay" uçak düşmesi, tren çarpışması gibi doğal bir olay değil. Yapay olay, önceden haber değeri taşısın diye planlanır, uygulanır. Yaşadığımız çağda okuduğumuz haberlerin neredeyse yüzde 75’i "yapay olay"lardan beslenir. "Yapay olay"da gazeteci "gerçek mi?" sorusunu sormaz. "Haber değeri var mı?" sorusunu sorar.
Hemen bir "yapay olay" örneği verelim. Seda Sayan ve Nihat Doğan kıskançlık yüzünden ayrılmışlar. Nihat Doğan, Seda Sayan’a çiçek gönderen birine kızmış, ona tokat atmış. Seda Sayan da "Aaaaa artık bu kadarı yeter! Ayrılmalıyız" demiş. Ayrılmışlar.
Olayın haber değeri var mı? Var. Peki olay gerçek mi? Olayın haber değeri varsa, gerçekmiş yalanmış kimi ilgilendirir!
Nihat Doğan’ın yeni albümü çıkmış, albüme Seda Sayan’la birlikte klip çekmişler, klibin de albümün de gündeme gelmeye gereksinimi varmış, Seda Sayan’ın programının ratingleri sallanıyormuş kimi ilgilendirir!
Bilmem "yapay olay" nedir anlatabildim mi? Sorun, artık yapay olayları gerçek olaylardan ayırabilmekte değil, gerçek olayları yapaylardan ayırabilmekte.
Bu sorunun çözümü de medyada çalışanların "ikna" denilen canavarın tüm kurallarını bilmeleri ve "gerçeğe" biraz daha fazla odaklanmalarını gerektiriyor.
Alın bir örnek daha. Geçtimiz 23 Nisan’da TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın koltuğuna 21 yaşında imam hatipli bir çocuğun (!) oturması yapay olay mıydı gerçek olay mıydı?
Haber değeri olduğu kesin, peki gerçek miydi? "Gerçekti koca adam gitti, koltuğa oturdu" diyorsunuz değil mi? Ben de, yapay bir olaydı diyorum. Önceden bir yerlere mesaj vermek için planlanmıştı.
Hadi biraz daha ileri gidelim; 23 Nisan kutlaması yapay bir olay mı yoksa gerçek bir olay mıdır? 23 Nisan’da "Egemenlik milletindir" mesajını pekiştirmek için her yıl yinelenen bir ritüel değil midir?
O halde iki yapaydan bir gerçek çıkar mı? Kafanız karıştı değil mi? Karışsın karışsın... Bir şeyleri öğrenmek için önce karışmak lazım.
The Marmara’nın mimarı
Geçen hafta The Marmara Antalya ile ilgili anıları yazarken projenin dekoratör-danışmanı Cristian Allart’dan "mimar" gibi söz edince, projenin gerçek mimarları biraz bozulmuş. Aşağıdaki e-postayı gönderdiler:
"Mimarlar, ülkemizde eserlerinin temel atma ve açılış törenlerinde, medyada yapılan tanıtımlarda da kendi isimlerinin unutulmasına alışmışlardır. The Marmara Antalya oteli ile ilgili yazınızda, eksik bilgi verildiğini düşünüyoruz. Yazınızda çok güzel belirttiğiniz İTÜ’lü yaratıcı Sayın Oğuz Gürsel gibi, otelin tasarımcıları da İTÜ’lü mimarlar Ertur Yener, Erdoğan Elmas, Zafer Gülçur’dur.
Bildiğiniz gibi bir mimari tasarımın oluşmasında, mimarların koordinasyonu altında farklı disiplinlerin rolü ve emeği vardır. Ekte sunduğumuz listedeki kişilerin emeklerini unutarak mimar olmayan Mösyö Allart’ı otelin mimarı olarak tanıtmak, bizi olduğu kadar sizi de üzecektir." (Erdoğan Elmas)
Yorum: Niye yalan söyleyeyim, iki günlük The Marmara gezisinde kimse yukarıda sayılan isimlerden söz etmedi. The Marmara broşürlerinde de isim göremedim. Hatanın bende olduğunu sanmıyorum. Yine de özür.
Mutabakatla faşizm de gelir mi
Nerede bulunursam bulunayım, eğer orada bir Remzi Kitabevi varsa şöyle bir uğrayıp ne var ne yok bakmak (yarım saattten az takıldığım görülmemiştir) en büyük takıntım. Remzi, keyifli kitap satış noktası olma işini çok iyi becerdi. Aynı yurtdışında bir kitapçı geziyormuş gibi zevk alıyorum. Neredeyse beynimin suyu akıyor.
Geçen hafta sonu yine Akmerkez’deki Remzi’yi şöyle bir kolaçan ettim. Ünlü tarih ve coğrafya profesörü Felipe Fernandez-Armesto’nun "Ideas that changed the world" (Dünyayı değiştiren düşünceler) kitabı portakal rengi kabıyla ilgimi çekti. İçini şöyle bir karıştırdım, çok hoşuma gitti.
2004 yılında basılan kitapta Armesto, milattan önce 30 bin yılından başlayarak dünyayı değiştiren önemli düşünceleri, ansiklopedik bir anlayışla özetlemiş, ilgili düşünceyi anlamak için de örnekler ve kaynaklar vermiş.
Atladım tabii ki hemen kitabın üzerine. Hafta sonum kitabın içini karıştırmakla geçti. Neler var neler. Sırasıyla insan eti yemem düşüncesinden ölüm düşüncesine, ölümden sonra yaşam düşüncesinden totem düşüncesine her düşüncenin ilk kez nereden çıktığını görmek mümkün, hem de hap gibi. Kitabın 255’inci sayfasına geldim. Konu laiklik düşüncesi... Armesto yine hap şeklinde Batı’nın nasıl rahiplerden siyaseti arındırma mücadelesi verdiğini özetlemiş. Voltaire’le başlayan Aydınlanma Çağı’nda kilisenin nasıl siyasetten elini çektiğini anlatmış. Ve o ne! 255’inci sayfada "laik dil" başlığı altında Musatafa Kemal Atatürk var. Hani onu, Latin harflerini öğretirken gösteren ünlü resmi eşliğinde. Başlığın altında da ayne şöyle yazıyor:
"Türkiye’yi, 1923 yılında Türk dilinin (Arapça) Batılılaşmasını da kapsayan sosyal ve siyasi bir programı devreye sokarak laik bir Cumhuriyet yaptı."
Her ulustan sayısız düşünce mimarının yer aldığı kitapta, laiklik düşüncesinin altında Mustafa Kemal adını görmek beni ne kadar mutlu etti anlatamam.
Ve o an gözlerimin önüne "Laiklik yeniden yorumlanmalı" diyen, laik tüm kurumlara savaş açan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç geldi. "Getirin meclise türbanı ve imam hatip katsayısını, halledelim" diyen Bülent Arınç. Sonra Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yanıtı gecikmedi aklıma gelmekte: "Mutabakat istiyoruz! "Mutabakatla değiştireceğiz"
Neyin mutabakatı bu! Neyi değiştiriyorsunuz? Laikliğin tanımını mı? Dünya düşünce tarihinde çığır açan Mustafa Kemal Atatürk’ün laiklik tanımını mı? Mutabakatla... Faşizmi de "mutabakatla" getirebilir miyiz!
Getiremeyiz değil mi? Peki meclise getirsek Bülent Arınç halledebilir mi?
Havada uçuşan adrenalin
Gnçtrkcll, birinci yılını kutlarken günün anlam ve önemini belirten De La Guarda isimli bir gösteriyi getirmiş. "Seni de uçuracağız" dediler, kalktım (gnciz tabii ki) gittim. Gerçekten ilginç, ufuk açıcı bir deneyimdi. Müzik, dans, ışık ve su kolkala girmişler, havada oradan oraya zırt pırt uçan insanların eylemlerine anlam katıyorlar. En ilginci de izleyicilerin de havada uçuşan adrenalinden payını alması. Tabii ki sudan da... Baktım ortalık çok sulu olmaya başlıyor ben hafifçe kapıya doğru yanaşıp, soluğu dışarda aldım. Aklım içeride gösterinin sonunda kalmadı desem yalan olur. Uçtum mu? Uçacaktım uçacaktım ama uçanlara havada yapılan "sıkıştırmayı" görünce vazgeçtim. Adamlar ellenmedik yer bırakmıyorlar valla. Meraklısı varsa kaçırmasın.
CUMA İTİRAFI
kara_ipler; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 22; İl: İstanbul
Türbanlıyım. Üniversitede okuyorum. Ailem çok tutucudur fakat söz konusu üniversite olunca okulda açılmama izin verdiler. Sorun şu ki, ben zaten açık olmak istiyorum. Okulda açılınca keyfime diyecek yok!
Yorum: Her şey çok "açık" değil mi?
CUMA ALINTISI
"Nefret ettiklerinizi bir düşünün, anımsayamazsınız. Unutacağımız kadar değersizler." (Alberto Della Vecchia)
CUMA TAKINTISI
MFÖ’nün "Agu"su bu haftanın takıntısı. Mutlaka alın. Müthiş bir melodik zenginlik var. Kulağınızın pası siliniyor. "Laleler" benim de favorim. Defalarca dinledim doyamadım. Bu arada İsmet Özel’in "Orman değiliz, milli parkız" diyen sözleriyle ünlenen Milli Park şarkısı da çok güzel. Yalnız bu sözlerde bir hata olduğunu düşünüyorum. Milli Park değil de "Ilımlı İslami Park" olduk dense daha doğru olmaz mı?