Vatan’da Yavuz Semerci iş dünyasına yönelik bir çağrı yaptı ve "Gençlere ölümü, öldürmeyi sıradan bir olay gibi gösteren dizilere reklam vermeyin" dedi. Bu öneri iyi niyetli bir öneri.
Sevgili Semerci’nin yazdığına göre de işadamlarından ilk başta oldukça destek görmüş.
Koç Holding’in yanı sıra Eczacıbaşı, Anadolu Endüstri Holding, Zorlu Holding, P&G, Fortis Bank da şiddeti, mafyayı, yasadışılığı özendiren yapımlara reklam vermeyeceklerini açıklamış.
Aynı öneri TÜSİAD’ın gündeminde de gelmiş ve ciddi ilgi uyandırmış.
İşadamları şiddet içeren televizyona zaman içinde hep karşı oldular.
Bu niyetlerini de Reklamverenler Derneği aracılığı ile televizyon kanallarına ilettiler.
Hatta 10 yıl kadar önce Reklamverenler Derneği bu işi sistemli olarak ele aldı.
Eğer "Şiddet içeren yayın yaparsanız reklam vermem" diye de aba altından sopa gösterdi. Televizyon kanalları bir süre reklamverenlere destek verdi.
Sonra hafiften "Yayın politikamıza karıştırmayız" sesleri yükseldi. Bir süre sonra da her şey eski hamam eski tas yayına dönüldü.
Reklamveren de medya planlamasının dayanılmaz ağırlığı altında ezilerek işi "şu programa reklam veririm, şuna vermem"e getiremedi.
Getiremez de. Neden?
Çünkü ne derseniz deyin iş medya planlamasının günlük mühendisliğine gelince; "Efendim şu programa girmezsek istediğimiz sürede etkin ulaşım seviyesini tutturmamız zor" ifadesiyle karşılaşırsınız.
İşadamı bir yandan sosyal sorumluluk bilinciyle davranmak istese de günün sonunda rekabet şartları ve önüne konan rasyonellerle, kozunu, kısa yoldan, en doğru sonucu veren medya planlamasından yana kullanır.
Anlayacağınız televizyonları "reklam vermem" diye korkutarak yola getirmeye çalışmak pratikte işlemez. Kuramsal olarak da benim itirazlarım var.
Televizyonları düzeltmek için onları "reklamsızlıkla" korkutmak reklam kurumuna haksızlık.
Reklam hiçbir nedenle "korkutucu" bir öğe olmamalı..
Bugün televizyonlara reklamla çekidüzen vermeye kalkan işadamı yarın reklamla gazetelere, radyoya, internete de çekidüzen vermeye kalkarsa ne yapacağız?
Ya köşe yazarlarını ve genel yayın yönetmenlerini de "reklam vermeyiz" diye tehdit ederse?
"Aynı şey mi" demeyin...
Bir kere reklam "öcü" olarak görevini yaparsa niye "öcü" olarak çalıştırılmaya devam etmesin? Peki çözüm?
Önce televizyonlara frekans tahsisi, televizyon sayısının sınırlandırılması gerek. Bir avuç reklam bu kadar çok televizyonun neyine yetsin.
Sonra tabii ki özdenetim. Tabii ki eğitim. Baktık o da olmuyor yasalar değişecek. Kendilerini düzenleyemeyeni düzenleyecekler...
Serdar Ortaç’ın ’Sor’u iyi
Serdar Ortaç’ın bir önceki albümünü "kendini tekrar ediyor" diye eleştirmiştim. Dün gece yeni çıkan albümü "Mesafe"yi dinledim.
"Sor" isimli şarkı Alfredo Panebianco’ya besteletilince Ortaç tekdüzelikten kurtulmuş. Ortaç’ın kurtuluşu bu tür yenilikler yapmasında. Ortaç’ın dikkate değer diğer şarkıları Mesafe ve Yürek Haini. Diğerlerinin çoğunda ise yine bildiğimiz Serdar Ortaç tarzı devam ediyor.
Ortaç’ın albümünü birlikte dinlediğim arkadaşım bir an gaza geldi ve "Böyle yapıyorlar sonra da korsana kızıyorlar. Bir iki iyi şarkı için kim niye albüm alsın" dedi.
"Olur mu öyle şey, albümlerde iyi şarkı sayısı az diye korsan haklı gösterilir mi" diye anında yanıt verdim ama ben mi haklıyım yoksa arkadaşım mı, emin olun, bundan çok emin değilim.