Bir Düş Oteli: The Marmara Antalya

Niye yalan söyleyeyim, daha içinde olduğumuz araç The Marmara Antalya’nın kapısına yanaştığında acayip şaşırdım. Farklı bir kapı, farklı bir giriş, zeminden değil de altıncı kattan içeri adımı atış.

Otele vardığımızda gece yarısını geçiyordu. Kısa sürede on-on beş katlı esas otelin (valla sormadım ama bana on on beş katlı geldi) ön tarafındaki dört beş katlı (yine sormadım gördüğünüz gibi. Eğer kat anımsama zekası diye bir şey varsa ondan yok bende!) silindir şeklinde yapılmış bölümüne geldik.

Bir kere de odaya girişte şaşırdım. Beyaz jaluziler, beyaz örtüler, tahta sehpaları ve tabureleriyle sade, huzur veren bir ortam. Hani orada kal iki yoga, iki reiki, iki feng şui attır diyor insana. Hiçbirini attıramam ama duygu bu, attırası geliyor işte insanın.

Eşyalarımızı taşıyan görevli "Burası dönüyor efendim" dedi.

"Nasıl yani?" dedim.

"Bayağı dönüyor efendim. Etrafında dönüyor."

"Nasıl yani?" diye yineledim.

"İki saate bir aynı yere geliyor. Camdan bakarsanız hissedersiniz."

Görevli oda hakkında bilgileri verip gitti. Uyku koması halde dışarı baktım, arkadaki otelden başka bir şey yoktu. "Kek buldu bizi galiba" deyip yatağa süzüldüm.

Uyandığımda pencereden dışarıya baktım. Hava yağmurlu. Bahçenin yeşili ile denizin mavisi birbirine karışmış müthiş bir manzara. Dönüyoruz!

Çisil giyinip kahvaltıya indi. Ben yazı cezalısı oturdum yazı yazmaya. Yaz allah yaz. Pazar yazıları ayrı, Cuma yazıları da yaz yaz bitmiyor. Ve planlamadığım bir şey oldu. Pencereden tekrar deniz manzarası kayboldu, yeniden esas büyük otel, bahçe, tenis kortu ve yeniden bahçe ve deniz manzarası... Ben yazıyorum, otel dönüyor... Çok keyifli.

Tabii ki soruşturunca öğrendim, The Marmara’nın bu dönen kısmı bir düş ürünü. The Marmara’ların yaratıcısı Oğuz Gürsel’in (aynı zamanda Kiska İnşaat’ın da yaratıcısı) tahminen daha öğrenciyken hayali böyle dönen bir oteli hayata geçirmekmiş (hiç araştırmadım, tamamen tahmin ediyorum. Kesinlikle İTÜ’lüdür. Böyle yaratıcı, girişimci bir inşaatçı olsa olsa İTÜ’den çıkar diye düşünüyorum).

Hatta Alman, Japon teknik adamlar "projeye bakıp hayatta bu otel dönmez" demişler. Dünyada bir katı iki katı dönen oteller var ama Oğuz Gürsel’in mucizesi zeminden dönüyor.

Makine dairesine de girdim baktım. Suyun içine bir merdane yerleştirilmiş gibi. Merdanenin kenarlarında da yumuşak bir maddeden yapılmış silindirler var. Silindirler dönüyor, otel de dönüyor. Peki bu dönmeye odaların pis su boruları ne oluyor değil mi? Onu da gidince siz görün. Ben öğrendim, Çılgın Bir Türk’ün zekasına daha hayran oldum. Her şey düş kurmakla başlıyor. Yeter ki önce düş kurun!

AKLIMI BAŞIMDAN ALAN TİRAMİSU

Bir telefonla bilgisayarın başından alındım. Yemek vakti. Tesadüf, geçtiğimiz hafta sonu dört The Marmara otelinin müdürleri Antalya’da toplanmışlar. The Marmara’ların yeni yemek ve içki mönülerini belirliyorlar. Ben de hakemlerden biri olacakmışım. Nasıl olacaksam? Yaklaşık on gündür Haluk Saçaklı’nın verdiği "Yaşam Biçimi Değiştirme ve Zayıflama" programı altında inim inim inliyorum. (Daha sağlıklı bir yaşama doğru inleme seanslarım çok yakında bu köşede. Sakın şikayet ettiğimi sanmayın. On günde iki kilo gitti. Üstelik artık daha kaslı bir adamım!)

Esas otel bölümüne geldiğimde yine şaşırdım. Kocaman bir yaşam alanı. Hem restoran, hem oturma yeri, hem oyun salonu. Fransız mimar Cristian Allart koca salondaki yedi sekiz kolonu (yine sayı özürü!) öyle farklı farklı süslemiş ki insan kendini evinde sanıyor. Masalar sandalyeler kendini piknikte hissettiriyor insana. Huzur doluyor insan.

The Marmara’cılar bana acımış olacaklar. Tattığım yemeklerin sayısı sadece yedide kaldı. Yedi yemeği tadına, rengine, kokusuna göre puanladım. Çoğunun tamamını yememek için kendimi zor tuttum ama son yediğim tiramisu’da "ağız katarsisine" ulaşınca bütün tabağı silip süpürdüm. (Haluk Saçaklı hocam beni affet!)

Tiramisu’nun tadı damağımda, gaza geldim ve güzelim yemekleri yaptıkları için The Marmara’ların şefleri ile ailemizin fotoğrafçısına poz üstüne poz verdim. Baktım The Marmara’ların birbirinden genç ve dinamik müdürleri tribüne inmek üzere bekliyorlar. "Arkadaşlar" dedim. "İlk hedefiniz kütüphane!"

Kütüphane deyince şaşırmayın, bizim Fransız mimar kolonların birini kütüphane yapmış. Merdiven yardımıyla üçüncü kata kadar çıkıyorsun. Müdürlerin hepsi gözükara çocuklar tabii ki, peşimden geldiler. Yine de çocuklara kötü örnek olmayalım diye ilk katta kaldık, yoksa vallahi süper fotoğraf olacaktı.

Hava yağmurlu. Antalya’yı sel götürüyor. Yemek sonrası yine "Sağlıklı Yaşam Biçimi"me döndüm. Önce 45 dakika koşu bandı yürüyüşü, sonra artistik yer hareketlerim ve dambıl çalışması. Kollar oldu Arnold abi. Çok sıkı çalışıyorum çok. Akşamüstü bu kez yine içki tattırma operasyonu vardı. Birbirinden güzel kokteyller tattık. Oybirliği ile The Marmara Pera’nın Cha Cha’sı birinci oldu. Donmuş çilekli bir şey... Tatmakta fayda var.

Akşam yine birbirinden lezzetli yemekler. Böylesine kocaman bir otelde insana "butik" otel keyfinde yemek yiyor hissi vermek alkışlanacak bir şey. Zeytinyağlılar, salatalar, tatlılar, küçük küçük tabaklarda istasyonlara konup öyle servis yapılıyor, harika oluyor. Çok sevdim.

Sonra doğru odaya ve yatış. Döner otelin tek zorluğu her seferinde ana giriş kapısını bulmakta zorlanıyor olmanız. Döner bina işte, dönünce dönüyor, siz de kapının peşinde dört dönüyorsunuz. İtiraf edeyim ilk denemede kapıyı bulamayınca biraz korktum. "Yahu şimdi buradaydı, nereye gitti" telaşı insana kendini sakar hissettiriyor. Sonra "Haa otel dönüyordu ya" deyip, Arnold havalarında otele dalıyorsunuz..

ÇOK İYİ HİSSETTİM

Sabah yine denize uyandık. Hava düzelmiş, müthiş. Yine sağlıklı bir kahvaltı. Sonra doğru masaja. Elli dakika masaj bir iyi geldi, bir iyi geldi. Yumuşamış halde kendimi yürüme bandına attım. Yarım saat daha yürüme, yine yer hareketleri, yine Arnold durumları. Dedim bir de hamam yapayım. The Marmara’nın tek faulü kapalı havuzunun olmaması. Ama büyük bir hamamı ve göbek taşı yerine kocaman bir jakuzisi var. Yerine geçer mi? Girdim baktım, kesinlikle geçiyor. Fokur fokur sıcak su, bir iyi geliyor bir iyi geliyor.

Hamam sefası sonrası esas otelin odalarını gezdirdiler. Falezlere inip kayalıklardaki denize nazır güneşlenme pistine baktım. Fransız mimar bu işi gerçekten biliyor. The Marmara Antalya’da her şey çok sade. Bu sadelik de insana kendini çok iyi hissettiriyor. Burası bir şehir oteli ama kesinlikle kafa dinlemek ve farklı bir tatil yapmak için, hatta "büyük şehrin her türlü curcunasından arınmak" için bire bir.

Fransız mimar tüm çalışanlara uzun şort "beyaz çorap siyah ayakkabı" giydirmiş. Bu konuda da ısrarcıymış. Bu ısrarından vazgeçse çok iyi olur. Ne dediğimi anlamak istiyorsa biri ona bir zamanlar Devlet Bahçeli’nin niye MHP milletvekillerine "Beyaz çorap giymeyin" diye talimat yazdığını anlatsın! The Marmara’larda, yabancı otel zincirleri karşısında harikalar yarattıkları için Ardıç ve Oğuz Kağan Gürsel’e de alkış...

CUMA İTİRAFI

coksevdimbenseni; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 21; İl: Ankara

Bir kez daha anladım ki erkekler sarışın bayanları daha çok beğeniyor. Saçlarımı sarıya boyattığımdan beri yol veren arabaların, açılan kapıların ve iltifatların sayısı arttı!

Yorum: 21’inde sarışınlığı keşfeden 31’inde kızılı, 41’inde yağ aldırmayı, 51’inde cilt gerdirmeyi, 61’inde kendisi için yaşamayı keşfeder! En doğrusu baştan kendin için yaşamak, kendin olmak!

CUMA ALINTISI

"Eğer gerçekler sizden yanaysa ve bir şeye tüm kalbinizle inanmışsanız, fikirleriniz için verdiğiniz kavgaları nadiren kaybedersiniz". (Leo Burnett)
Yazarın Tüm Yazıları