AZINLIK Raporu'nu biraz geç oldu ama sonunda izledim. İyi ki izlemişim. Spielberg'in ‘‘hayal gücüne’’ bir kere daha hayran kaldım.
Film 2054'te geçiyor ve ‘‘özel hayatı kontrol’’ etme biçimi bana Orwell'in 1984'ünü anımsattı. Hele de göz taramasıyla insanları tanıma ve izleme fikri yok mu, işte orada dehşete düştüm. Devlet bir kere seni aramaya görsün, iş üstünde bile kaçış yok! Uzatacaksın gözünü, tarayacaklar sen sağ onlar selamet.
Azınlık Raporu, pazarlama açısından bir ‘‘ürün gömme’’ harikası. Ve bu film tarihe de ‘‘fütüristik ürün yerleştirme’’ özelliği ile geçti. Bazı markaların geleceğe yönelik tasarımları bazılarının ise sadece logoları bir ücret karşılığı filmin içine yerleştirildi. Variety dergisine göre bu ürün yerleştirmelerin değeri tam 25 milyon dolar.
Anımsarsanız Nokia da 7650 modelini bu filmle birlikte ‘‘geleceğin iletişim aracı’’ olarak lanse etmişti. Tom Cruise'un sık sık baktığı saati Bulgari örneğin. Süper gelişmiş bir tasarım. Sonra kullanılan Lexus otomobiller aynı şekilde...
Tom Cruise bir sahnede, caddede yürürken göz taramasından geçiriliyor, sadece onu ilgilendiren markalar elektronik ilan panolarında ona gösteriliyor. Internet reklamcılığındaki söyleyişiyle ‘‘targeting’’ yani. Adamına göre reklam.. Bu markalar da Bulgari (parfüm), Reebok, Guinness (Bira).. Yine bir sahnede Cruise kaçırdığı kahineye ‘‘GAP’’ reyonundan üst baş bir şeyler alıyor. Filmin biryerlerinde de Pepsi, Revo, Century 21, American Express bir yerlere gömülmüşler.
İşin ilginci de şu: Yıl 2054 ve bu markaların hepsi hayatta kalmış, hiçbirinin de logoları değişmemiş. Bak şu Allahın işine değil mi? Aslında bilinçaltına gönderilmek istenen mesaj da bu. Biz 2054'e kadar yaşayacağız.
Markalarına böyle yatırım yaptıkları sürece de yaşarlar da. Bence burada sorulması gereken can alıcı soru şu: Sizce 2054 yılında Türkiye'de hangi markalar ayakta kalır. Eğer 2001 ve 2002'deki gibi toplam reklam yatırımları düşerse, pazarlamadan beslenmeyen, araştırma kullanmayan el yordamıyla reklamcılığa da devam edilirse 2054 yılına fazla bir markamız kalacağını sanmıyorum. Nielsen'in 2054'teki markalar raporunun ismi de belli: Markalar Azınlık Raporu!
Turizm Bakanlığı'nın inadı inat
TURİZM Bakanlığı'nın Türkiye'yi yurt dışında tanıtacak ajansları seçim yönetiminin doğru olmadığını, ‘‘şeffaf’’ olmadığını bu köşede defalarca yazdım. En son anımsarsanız 22 Eylül 2002 tarihinde ‘‘Seçici kurulda ABD ve Fransa için seçilen ajanslar ihale komisyonunda değiştirildi’’ diye yazmıştım.
Tanıtma Genel Müdürü Selami Karaibrahimgil de 25 Eylül 2002 günü özetle‘‘ABD'de haklısınız. ABD pazarı için tavsiye edilen Colle and Mc Voy firması ile ihale komisyonu anlaşamamış, yerine seçici kurulun tavsiye kararına uyarak dDf reklam ajansı seçilmiştir. Fransa'da haksızsınız. Fransa için seçici Kurul'dan zaten dDf reklam ajansı gelmişti. Biz bir şey değiştirmedik’’ diyen bir faks göndermişti.
Şunu söyleyeyim, bendeki seçici kurul tutanakları Fransa için de başka bir ajansın seçildiğini gösteriyor. Eğer daha baştan seçici kurul tutanakları açıklansa ve ‘‘şeffaf’’ olunsaydı, şimdi bu tartışmaları yapmak zorunda kalmazdık.
Nitekim Reklamcılar Derneği, ‘‘şeffaf’’ olunmadığı için bu yıl seçici kurula üye göndermedi. Bakanlığa dedi ki: ‘‘Lütfen daha şeffaf olan, 1.1.2003'te yürürlüğe girecek yeni ihale yasasını bu yıl uygulayın. Bunu yapmanız mümkün. Aksi takdirde bu şartlarda biz seçici kurulda yokuz.’’
Turizm Bakanlığı ise ‘‘Nuh dedi Peygamber demedi.’’
Ne hikmetse, eski yöntemle ajans seçimlerini gerçekleştirdi. Ancak her zaman olduğu gibi, bugüne kadar ne seçici kurul tutanakları açıklandı, ne de ihale komisyon tutanakları. Sanırım ya seçimin geçmesi ve taşların yerlerine oturması, ya da seçim sonrası şaşkınlığında ‘‘Oldu da bitti maşallah’’ yapmak için bekleniyor. Umarım taşlar yerine oturur!
Ben dört gözle sonuçların açıklanmasını bekliyorum. Çünkü bu kez Turizm Bakanı'na başka sorularım da olacak. Örneğin kazanan yabancı ajansların ortaklarının kim olduğu, ortaklık yapıları gibi.. Örneğin bu ajansların her yıl Advertising Age dergisinde yer alan dünya reklam ajansları sıralamasında kaçıncı sırada oldukları gibi.. Biz soralım, umarım sorularımıza yanıt verecek bir Bakan buluruz.
Zaman'daki kimin zamanı?
‘‘ZAMAN, sizin Zaman'ınız’’ kampanyasında bize gösterilen okuyucu kitlesi ‘‘Zaman kendini galiba Cumhuriyet sanıyor’’ dedirtecek cinsten. Zaman kafamızdaki geleneksel ‘‘okuyucusuna’’ dair klişeleri değiştirmeye çalışıyor ama bu bir filmle, hele de bu filmle olacak iş değil. İletişimin daha ‘‘ikna’’ edici ögeler taşımasında, yapaylıktan arınmasında ve gösterilen değişimin varolan okuyucu ne tür etkilerinin olacağının hesaplanmasında fayda var. (Reklam Ajansı: Re'vision, Rating: * *)
SIEMENS'in yeni cep telefonunda ‘‘kişiye özel arama sesi’’ özelliği ön plana çıkarılıyor. Reklamda istenen ürün özelliğini mizahi bir yaklaşımla çok iyi anlatıyor. Eski eş-Drakula sesi, Kaynana-hindi sesi benzetmeleri çok hoş ve akılda kalıcı benzetmeler hatta reklamı dışarlarda konuşmak için fırsat yaratıyor. Reklam yayına gireli beri Almanya yapımı mı, değil mi anlamaya çalışıyorum. Hafif bir Almanlık olduğunu sezdim ama adını koyamıyordum. McCann/Berlin yapımıymış. Size izlerken eğreti gelen bir şey olmuş muydu? Eğer olmadıysa işte sözünü ettiğim uluslararası mizah ve gücü.. (Reklam Ajansı: McCann/Berlin, Rating: * * * * *)
Bir zeytinyağlı dolma eksikti!
TÜYAP Kitap Fuarı bugün sona eriyor. Ben geçen Pazar gidip standları tavaf ettim, görevimi yerine getirdim. Siz de bugün, oyunuzu kullandıktan sonra, fuara gidip stres atabilirsiniz. Kaçırılacak bir fuar değil. İndirimler var, imza günleri var, paneller, konferanslar var.
Benim gittiğim gün Ayşe Arman, İskender Pala, Sunay Akın, bir de hafif dini eğilimli ‘‘sevelim, sevelim’’ türünden kitaplar yazan bir yazarın başı imzadan oldukça kalabalıktı.
Bir süre Ayşe Arman'ın kitap imzaladığı standı izledim. Ciddi kuyruk vardı. ‘‘Kızım Ayşe yesin’’ diye böreğini kapan gelmiş. Şaka yapmıyorum. Mönüde bir zeytinyağlı dolma eksikti. Hayranlarının onunla bir iki dakika fazla vakit geçirmek için buldukları yol bu sanırım. ‘‘Bir şeyler yedirelim, o sırada bahaneyle konuşuruz’’ diye düşünülüyor galiba. Dokunmak isteyenler, sanki kutsal bir nesneye yüz sürermiş gibi öpmek isteyenler, ‘‘sana ne yazdı, bana ne yazdı’’ diye de imzalanmış kitap üzerinden kıskançlık tribine girenler görülmeye değerdi.
Öğrendiğime göre Ayşe Arman da bunu fark ettiği için her imzaladığı kitaba farklı mesajlar yazarak ayrı ayrı hepsini mutlu etmeye çalışmış. Öyle uçuk kaçık da durmuyor, ciddi ciddi, Yaşar Kemal şeklinde imzalıyor.
Ben billboardları beğendim. Ayşe Arman'ı tanımlıyor. Kitabının kapağına bayılanlar var ama ben aynı kanıda değilim. Daha kitabın çıktığını duyar duymaz bakalım ropörtajı kim yapacak diye düşünmüştüm. Aklımdan bir an Pakize Suda geçmişti. ‘‘Kendin pişir, kendin ye’’ röportajını görünce şaşırdım.
Herkesin, her şeyin gün geçtikçe sıradanlaştığını düşündüğümüzde ‘‘şaşırtılmak’’ hiç de fena duygu değil. Şunu da söyleyeyim, Arman, bir Perihan Mağden kadar olamadı. Mağden, romanı çıktığında aynı gün Milliyet, Hürriyet ve Radikal sayfalarına paraşütçü birlikleriyle indirme yapmıştı. Arman sadece iki sayfa Hürriyet Pazar. Çok zayıf, çoook. Bakalım Arman'ın kitabı ne satacak? Şu andaki tanıtım salvosuyla benim tahminim 50 bin satar. Var mı arttıran?
Çekirgelik
Bir öküz çalan cezalandırılır, bir ülke çalan hükümdar olur.