Bilmiyorum, Yüzüklerin Efendisi'nin üçüncü ayağı Kralın Dönüşü ile ilgili söylenecek bir şey kaldı mı? Kalmadı diyelim, İki Kule'nin Paris'teki galasına katılıp Liv Tyler'dan Peter Jackson'a filmin birçok kahramanı ile röportaj yapmış biri olarak, 'Kralın Dönüşü' üzerine birkaç söz söyleme hakkım yok mu? Var, söylüyorum.
Kralın Dönüşü tam anlamıyla bir yaratıcılık şöleni. Peter Jackson artık hem en iyi film hem en iyi yönetmen, hem de en iyi görsel efekt Oscar’larını hak ediyor, eğer alamazsa bilin ki Akademi üyeleri sinema adına değil de başka 'şeyler' adına hareket edeceklerdir. Dikkat edin, Yeni Zelandalı Jackson bu üçlemede Hollywood'a ait star sistemini yerle bir etti. Bu davranış bile cezalandırılması için yeterli değil mi? Kralın Dönüşü, biraz başa dönerek başlıyor. İlk dakikalarda Smeagol'ın nasıl Gollum haline dönüştüğünü görüyoruz. Jackson bu dakikalarda ilk iki filme gitmeyeni pek sallamamış. Üçüncü filmde 'herkes her şeyi biliyor, her karakteri tanıyor' kabul ediliyor. Filmin karakter yapısı çok karmaşık, bu nedenle ilk ikisini izlemeden üçüncüye gitmenizi pek önermem. Eğer Frodo ve Sam'in, Gollum eşliğinde şeytani yüzüğü yok etmek için Doom Dağı'na doğru yol aldıklarından haberiniz yoksa filmden nasıl keyif alabilirsiniz? Ya da Aragorn'un eskiyi yad etmek üzere kral tacının peşinden koştuğunu bilmiyorsanız yapılan savaşların sizin için ne anlamı olur? Gandalf, Legolas, Gimli kim bilmiyorsanız, savaşıp savaşıp bir türlü neden ölmediklerini nereden bilebilirsiniz? Pippin ve Merry ile daha doğrusu Hobbit ırkı ile Tolkien'in neyi anlatmak istediğini bilmiyorsanız, Frodo'nun kötülüğe karşı direnişine nasıl anlam yükleyebilirsiniz? Beni dinleyin ilk iki filmi de izleyin.
İki Kule'de savaş sahneleri çok etkileyici idi. Üçüncü filmde tam anlamıyla muhteşem. Jackson kesinlikle bu filmde kendini aşmış. Bir yanda toplu bir mücadeleyi devam ettirirken diğer taraftan yüzüğü yok etmek için verilen bireysel mücadeleyle bizi baş başa bırakması filmi nefes nefese izlenir hale getirmiş. Filmde kurgu da harika ama ödül alır mı bilmem. Son filmde anladım ki Jackson Elijah Wood'a Frodo, Sean Austin'e de Sam rolünü vermekte hata yapmış. Tam tersi olmalıymış. Filmin kahramanı, sevgi ve bağlılık kavramlarını yücelten kişi Sam Gangee. En azından benim kahramanım o. Ama Sean Austin'in kahramanlığı taşıyacak karizması yok. Austin kahraman olmak için biraz hımbıl, bizi kesmez. Bize Elijah gibi kahramanlar lazım.
Not: 13 yaşın altına bu filmi izletirken dikkatli olun. Örümcekli sahneler 13 yaşın altında geleceğe yönelik birtakım izler bırakabilir.
Pijama verseler al sana home theatre!
Filmi Levent Kırca Tiyatrosu'nun yerine inşa edilen G-Mall'da izledim. G-Mall'un sinemalarına Mars Entertainment Group (MEG) damgasını vurmuş. Koltuklar çok rahat, keyifli bir seyir hakim. Gece yarısı seansına gittim, bir de pijama, yastık, terlik falan verseler al sana 'Home Theatre!' Hele de film 3 saat 21 dakika olunca insan haliyle pijamalarını arıyor. G-Mall'da sinemalar bitmiş ama giriş holünde hálá yapılacak işler var. Ortadaki barvari yapılanma değişik bir atmosfer yaratmış. Yakında 'Nam Nam' isimli bir gençlik restoranı bizle birlikte olacakmış. D&R da yakında farklı bir konseptle yine sinemaların yanında yerini alacakmış. Bir de üst kata son teknoloji ürünü, dijital çekilmiş filmlerin oynayacağı özel bir sinema perdesi konacakmış ve çok özel filmler orada oynayacakmış. Bunların hepsi mış muş... Anlatan Mars'ın ortaklarından Muzaffer Bey. Bir süre sonra gider bakarız, eğer 'mışlar muşlar' hayata geçmemişse size rapor veririz. Ancaaak... MEG'in bu zamana kadarki performansına baktığımızda raporlayacak pek bir şeyimiz olacağa da benzemiyor, onu da söyleyeyim.
Patron gerçekten kim?
15 yıl önce ABD'de öğrenciyken TV'de zevkle izlediğim bir durum komedisi vardı. Adı 'Who is The Boss'. Türkçesi 'Patron Kim'. Bir erkek uşak öyküsü. Eşinden ayrı, ilkokul çağındaki kızıyla yaşayan işsiz kahramanımız, çaresizlikten bir eve yatılı uşak olarak girer. Kızı da birliktedir tabii ki. Sonra hayat ağlarını örer. O, kızı, evin hanımı, onun ilkokul çağındaki oğlu ve evin anneannesi mutlu mutlu hayat yaşamaya başlarlar. ATV'de, 'Patron Kim' diye bir dizi başlayacağını öğrenince anında aklıma ABD'de izlediğim bu 'Who is The boss' dizisi ve başrolü oynayan Tony Danza geldi.
İki hafta önce ATV'de başlayan dizinin ilk bölümünü izledim evet, tam üstüne basmışım. Kare kare 'Who is The Boss'. Dekor, konu, kişiler, espriler... Oyuncu seçimine diyecek yok. Cem Davran 'hık' demiş, Tony Danza'nın burnundan düşmüş. İnternet'e baktım, 'Who is The Boss''un ABD'de başlangıç tarihi 1984. Tony Danza da 52 yaşına gelmiş. Birkaç fotoğrafını da gördüm. Danza hálá çakı gibi. Darısı Cem Davran'ın başına. Bazı erkekler ne yapsalar ne etseler yaşlı göstermiyorlar işte! Saçtan mıdır nedir! Belli ki birileri (ATV ya da yapım şirketi), 'Who is the Boss''un senaryo haklarını parayı bastırıp almış. Aynı Dadı ya da Tatlı Hayat'ta olduğu gibi. Bunda bir sorun yok. Sorun, elalemin naftalin kokulu dizilerini alıp yirmi yirmi beş yıl sonra Türkiye'ye yamamakta. Sorun Amerikan popüler kültür ürünlerini damardan Türk kültürünün üstüne boca etmekte.
Dallas'ı, Küçük Ev'i, Tatlı Sert'i, Uzay Yolu'nu, Tekerlekler’i, Kaptanlar ve Krallar’ı, Sihirbaz'ı, Zengin ve Yoksul'u anımsayın. TRT tekeli zamanının kasıp kavuran dizileri idi bunlar. Çaktırmadan da kültürel değerlerimizi etkiliyorlardı. Tekel dönemi bitti, rating dönemi başladı ve seçimi 'halka' bıraktığınızda bu tür Amerikan dizilerin hiçbiri rating yapmadı. Türkiye kendi dizilerini üretti, kendi senaryo yazarlarını, yönetmenlerini yarattı. Ratinglerden yakınanlar, rating sisteminin bu olumlu yanını hiç göremediler. Bu kişiler Amerikan dizlerinin 'uyarlama' altında yeniden Türk televizyonlarını istila ettiğini de göremiyorlar. Üstelik naftalin kokuluları. Neden naftalin kokanlar? Çünkü ucuzlar. 'Uyarlanıyorlar' çünkü oldukları gibi yayınlandıklarında tutunmaları mümkün değil. Ama 'uyarlanmaları' da aynı 'Who is the Boss'da olduğu gibi bu dizileri Türkiye'nin değerlerine uygun hale asla getirmiyor. Sanmayın ki tutucuyum. Asla! Bildiğim, 'Patron Kim''de ne Janset Janset, ne Cem Davran Cem Davran, ne de Ayten Gökçer Ayten Gökçer. Hepsi birer Amerikalı. İlişkiler Amerikalı, espriler Amerikalı. ‘‘Patron Kim’’ bir durum komedisi ve durumlar Amerikalı.
Bu dizi hiçbir zaman 'Çocuklar Duymasın' kadar iş yapmaz. Dizide her şey zorlama. Hiç rating de almaz diyemem. Peki böyle 'yapay' ratinglere gerek var mı? Kesinlikle yok. Eğer TV kanalları sorumluluk sahibi ise işin ucuzuna kaçıp böyle 'uyarlamalara' kapı açmamalı. Özel televizyonlar olgunluk dönemine geçmek üzere. Artık bu işte paradan başka patronlarının da olması gerektiğini öğrenseler iyi olacak!
Cuma Takıntısı
Fukuyama'nın genetik devriminin felsefi yönünü anlatan kitabı Çiğdem Aksoy Fromm'un çevirisiyle ODTÜ yayıncılıktan çıktı. İnsan Ötesi Geleceğimiz: Biyoteknoloji Devriminin Sonuçları ismiyle yayınlanan kitapta Fukuyama, insan kopyalaması gibi radikal bir noktaya gelmeden önce, insan ömrünü uzatmak ya da kalıtsal hastalıklara engel olmak amacıyla başlatılan ancak, ana-babaların istedikleri fiziksel özelliklerde çocuk sahibi olmalarına kadar gidebilecek sonuçlara gebe olan genetik araştırmaların insan onuru kavramını nasıl etkileyeceğini tartışıyor. Bu hafta sonu genetik haftası ilan edeyim diyenlere öneririm. Genlerinizde 'felsefi düşünceye' (belki de düşünmeye) yer yoksa başka alternatifler arasanız iyi olur.
Cuma LAKIRDISI
Enerjinin en büyük kaynaklarından biri, yaptığınız işle gurur duymaktır. (Spokes)