Paylaş
Bu canlılık oruç ve teravihle, TV’lerdeki iftar ve sahur programlarıyla, minarelere gerilen ışıltılı mahyalar, ışıklandırılan şerefeler ve iftar toplarının nostaljisiyle sınırlı kalmasın.
İslam kültür ve sanatına merakınız varsa bir öneride bulunacağım.
Mübarek ay, Hz. Peygamber’in ‘nur cemali’ni görmek istemez misiniz?
Ama tuval üstüne resmedilmiş başı haleli bir kutsal yüz beklemeyin.
İkonoklast yani putkırıcı olduğu için, portresinin yapılmasını peygamberin bizzat kendisi yasakladı.
Ancak onun boşluğunu dolduran alternatif bir tasvir sanatı var; yazıyla peygamber portreleri.
İstanbul’da, Süleymaniye’de o tabloların sergilendiği bir müze açıldı.
Etkilenme garantisi veriyorum, oradaki estetik harikası sanat eserlerine hayran hayran bakacaksınız.
***
İslam’da ikonacılık yok, insan resim ve heykeli yasak. Onun için Hz. Peygamber’in çizilmiş bir sureti bulunmuyor.
Ama onun fiziksel özelliklerini anlatan, huy ve tabiatını betimleyen, şekil ve şemailini tarif eden soyut tablolar var. Onlara Hilye-i Şerif deniyor.
Levha şeklindeki ilk tasvir, 1600’lerde Osmanlı İstanbul’unda hattat Hafız Osman tarafından yapıldı.
Klasik bir Hilye şeması, besmele ile başlar.
Gövdesinde Hz. Ali’nin ağzından bir metin yer alır. Şöyledir:
“Hz. Ali (Allah ondan râzı olsun), Hz. Peygamber’i (Allah’ın salât ve selamı onun üzerine olsun) vasfettiği zaman şöyle buyurdu: Hazreti Peygamber’in boyu ne çok kısa ne de çok uzundu, orta boyluydu. Ne kıvırcık kısa, ne de düz uzun saçlıydı; saçı kıvırcıkla düz arasındaydı. Değirmi (yuvarlak) yüzlü, duru beyaz tenli, iri siyah gözlü ve uzun kirpikliydi. İri kemikli ve geniş omuzluydu. Göğsü ortadan karnına kadar kılsızdı... İki omuzu arasında ‘Nübüvvet Mührü’ vardı. Bu, O’nun son peygamber oluşunun nişânesiydi...”
Dört köşesindeki kulaklara ise ya dört halife ya da peygamberin dört ismi yazılır.
Gövdenin altındaki kuşağa da “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” mealindeki ayet konur.
Salat ve selamla bitirilir.
En sona hattatın imzası ve tarih gelir.
Ve bir tezhip sanatçısının kenar süslemeleri ile tamamlanır tablo.
Hattatın farkı ve özgünlüğü, işte bu standart içeriği hangi kompozisyonla yeniden ürettiğinde ve elyazısındaki ustalağındadır.
***
O günden bugüne çok az değişerek geldi Hilyeler. Hattatlar klasik şemanın dışına çıkmadı, kendilerini yenileyemedi.
Fakat son dönemde hat ve kompozisyonda radikal yenilikler görülüyor.
Doğduğu yerde yine İstanbul’da ihya oluyor bu sanat, yeniden değerleniyor.
Hilye sanatındaki bu modernleşme akımının öncüsü ise bir koleksiyoner, Mehmet Çebi.
Bu sayede, modern Hilyelerin yanında neo-klasik ve klasik tarzdaki tablolar da gündem oluyor, sanatseverlerin dikkat ve ilgisini çekiyor, müze ve müzayedelerde giderek daha fazla yer buluyor.
Alınan mesafeyi size anlatır belki; belli başlı hattatların elinden çıkmış bir tablo, sanatçının sağlığında bile yüz binlerce dolara gidebiliyor.
Çıtası biraz daha yukarıda olanlar için milyon dolarlardan açılıyor bahis. Hattatın şöhretine, stiline ve eserin nadideliğine bağlı.
Kaça alıcı bulduğu şunun için önemli bir gösterge: Güçlü bir talep yoksa, piyasası gelişmemişse o sanat da gelişip serpilmiyor.
Hilye çalışmalarının önü açık, yeni ve parlak bir döneme girdiğini söyleyebiliriz.
***
Müzenin adı, Hilye-i Şerif ve Tespih Müzesi.
Adresi, terk edilmiş bir viraneyken kurtarılan tarihi Siyavuşpaşa Medresesi.
Müze İstanbul Sanat ve Medeniyet Vakfı'na bağlı. Başkanı Mehmet Çebi’yi, hem İstanbul’a böyle bir müze kazandırdığı, hem de geleneksel Hilye ve hat sanatının yaşatılmasına önayak olduğu için kutluyorum.
Benim hat stilleri arasında favorim Celi Divani, kompozisyonda ise modern tasarımlar.
Gürkan Pehlivan’ın avangard tarzdaki Hilyelerine özellikle dikkat çekerim, göz alıcı.
Neo-klasik türde beğendiğim eserlere de Hüseyin Hüsnü Türkmen’in Celi hattıyla şu çalışması örnektir.
Girişler ücretsiz; ramazan atmosferinde gezin, görün, kendiniz takdir edin.
Paylaş