Paylaş
Hem taş yerinde ağırdır; biri mektebinde biri tahtında payidar, biri talimde öbürü tahakkümde geçirir ömrünü...
İkisinin endaze aynasında boyunun ölçüsünü almak, endamını büyüklük yarışına sokmak Aristo mantığının yapacağı iş değil...
Başlıktaki patavatsızlığın sorumlusu, olsa olsa antika bir fıkra kahramanıdır.
Soru da, orijinal nüshası pembe kaplı bir kitaptan alıntı zaten.
Yazarı, Mehmet Zeki Pakalın. Zat-ı muhteremin hamarat bir kalem olduğu, son sayfadaki basılmış eser dökümünde hemen göze çarpıyor.
TÜYAP Kitap Fuarı’ndaki bir sahaftan, yanlış olmasın şimdi, 20 papel gibi bir rakama geldi. Fakat arka kapağında fiyatı için, ‘100 kuruştur’ yazıyor...
***
Eserin elimdeki baskısı 1950 tarihli. Kıssadan hisse almasını bilene ince nükteler, manidar göndermelerle dolu...
En nadide parçalarından biri, başlıktaki ‘Hoca mı büyük kral mı?’ sorusunu işliyor. O kısım birebir şöyle:
“Büyük Fredrik bir gün bir köyden geçerken mektebin ne halde olduğunu görmek için içeri girmiş...
Hoca, girenin kim olduğunu anladığı halde yerinden kımıldamayarak dersine devam etmiş.
Ders bitince de gidip hürmet ve bağlılıkta bulunmuş.
Maruz kaldığı muameleden canı sıkılan kral, hocaya sormuş:
‘Benim kim olduğumu bildiğin halde niçin ayağa kalkıp selamlamadın?’
Hoca, ‘Kusurumu af buyurunuz’ demiş, ‘Bu arsız çocuklar, dünyada benden daha büyük bir adam bulunduğunu bilecek olurlarsa kendileriyle başa çıkmak pek güç olur da onun için...’
Hocanın bu cevabına karşı Fredrik kendisini zapt edememiş, gülerek çıkıp gitmiş...”
***
Mehmet Zeki Bey’in, daha hınzırca kırıp geçirmeceleri de var.
Bir başkası mesela, ‘Fevkalade hadise nedir?’ sorusuna cevap mahiyetinde:
“Bir köy hocası, köylülere fevkalade hadisenin ne olduğunu anlatmak için demiş ki:
Hiç şüphe yok ki ineğin ne olduğunu bilirsiniz. Lakin inek fevkalade bir hadise değildir!...
Keza, bir elma ağacının da ne olduğunu bilirsiniz. Fakat elma ağacı dahi fevkalade bir hadise değildir...
Lakin bir ineğin, kuyruğuyla elma ağacına çıktığını görürseniz, işte buna fevkalade hadise demekte tereddüt etmemelisiniz...”
Şurası kesin ki, mizahın ne güçlü bir anlatım dili olduğunu henüz o yıllarda keşfetmiş yazar.
***
Kitabın adını söylemiş miydim?
‘Mektep Fıkraları’...
1930’lu, 40’lı yılların muzipliklerini derlediği için, dönemin fıkra IQ’sü hakkında da iyi bir fikir veriyor.
E mürekkep yalamış, tebeşir tozu yutmuş tok zekâları gıdıklamak zor, zehir gibi keskin bir idrake hitap ediyor... Haliyle bir nebze tebessüm ettirmek için olanca hünerini sergilemiş, tüm kıvraklığını seferber etmiş Mehmet Zeki Bey.
Sonuç?...
Onun üstün çabalarına rağmen, memleketin IQ’sünü, mektepte muallimler böyle böyle dumura uğrattı demek...
‘Hoca mı daha yaman Kral mı’ şamatalarına değil gülecek, şakasını dahi kaldıracak mecali yok baksanıza kimsenin.
Paylaş