Paylaş
Tarihi bir sinemayı koruma duyarlılığını kim paylaşmazdı?
Ama bu duyarlılığı istismar edenleri de görmek, onların dolduruşuna gelmemek de gerekmez miydi?
* * *
Olay, Emek Sineması’nın vandalca hislerle yok edilmesi değildi. Küllerinden yeniden doğacaktı. Yıkılmayacak, sadece bina yenilenirken üst katına taşınacaktı.
Tarihi bir mekânı canlandırıp daha uzun yıllar yaşatacak bir projeye, siyasi önyargılarla karşı çıkılıyordu.
Bunu görmek dururken, bir protesto biçimi olarak kalem bırakma eylemini yanlış bulduğumu yazdım o zaman.
‘Kıyma kalemine usta, Emek Sineması yenilenir, olan senin kalemine olur’ diye seslendim.
Fakat inadına dinlemedi...
* * *
Karşımda Serkildoryan kompleksinin son fotoğrafı duruyor.
Emek Sineması yeni katına taşındı, aslına uygun yeni yüzüyle tekrar ortaya çıktı.
Daha aydınlık, daha canlı, daha albenili...
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın salonda verdiği zafer pozuna bakıyorum.
Yüz akı bir iş olmuş.
Atilla Dorsay’ın da göğsü kabarmamış mıdır, en az Başkan Demircan kadar gurur duymamış mıdır bu eserle?
* * *
Dorsay, Emek Sineması’na ilk kazma vurulduğu gün Sabah’ta yazmaya son vereceğini söylemişti.
45 yıldan sonra gazeteciliği bırakacaktı.
Yeminine sadık kaldı, kazma vuruldu, o da işi bıraktı.
Bense bina kadar içindekilere de sahip çıkmaktan yanaydım.
Emek Sineması’nın maddi unsurları, yenilenecek komplekste muhafaza edilecekti. Bu yıkımda asıl kurtarılması gereken şey manevi parçaları olmalıydı; sinemamızın ruhu, sinema tarihimizin ayaklı arşivleri...
* * *
Sinema binasının geçmişine gösterdiğimiz hassasiyetin ne kadarını emektar sinemacılarımızın hatırasına gösterdiğimize bakmayın bile. Hatırlarını soran, emeklerini sayan bir elin parmağını geçmez.
Sinema tarihimizin ustalarından esirgediğimiz saygı ve değeri, mekân tarihine veriyorsak orada bir yanlışlık olmalıydı...
Emek Sineması’nı olduğu gibi yaşatmak için çırpınırken emeği geçmişlerin sürünmesine kayıtsız kalıyorsak, vardı bir yanlışlık...
O yanlışlık kendini şurada da ele veriyordu.
Bunca sahip çıkanı, bunca müdavimi, kapısında nöbete yatan bunca sinemaseveri varken Emek Sineması niye kapanmıştı?
Seyircisi tarafından yalnızlığa terk edildiği, yüzüstü bırakıldığı için.
Yıkılmayacak, taşınacaktı hepi topu.
Yıktırmayız diye yeri göğü inletenlerin her biri yılda bir kez semtine uğrasaydı, topu atmayacaktı.
‘Çocukluklarının o salonda geçtiğini’ söyleyenler, Emek için ‘sinema tarihimizin hafızası’ diyenler, tek taşına bile dokunulmasına katlanamayacaklarını haykıranlar, kapılarını açık tutmak için parmağını dahi oynatmamıştı.
“Sevgi Emek’tir” sloganı atmakla boş geçen seanslar dolmuyordu.
“Sinemanın gerçek sahipleri biz izleyicileriz” tavrıyla ıssız sıralar kalabalıklaşmıyordu.
Kuru kuruya “Emek lalettayin bir mekân değil sinemamızın kutsal mabedidir” yaygarası basmakla olmuyordu.
Emek’i son 35 yıldır işleten Süheyla Kurtuluş, sevgi gösterilerindeki sahteliği şöyle ifşa etmişti:
“O gösterilere katılanlardan 100 tanesi film izlemeye gelse Emek kapanmaz, bu tartışmalar da yaşanmazdı.”
Son yıllarında, seans başına en fazla 3-4 izleyicisi oluyordu Emek’in.
Süheyla Hanım sormakta haklıydı: “Madem Emek Sineması’na bu kadar bağlı ve düşkündüler, neden gelip film izlemediler?”
‘Yıktırmayız’ diye kapısından ayrılmayanlar, kapısına kilit vurdurmamak için ne yapmıştı göz yummaktan başka...
* * *
Tarihi sinema, son restorasyon teknikleriyle otantikliği bozulmadan ihya edildi.
Grand Pera’nın son katında 600 koltukla yakında kapılarını izleyiciye açacak.
Çevresinde 8 tane cep sineması, bir modüler tiyatro ve bir müzeyle birlikte.
Beyoğlu’nun metruk bir kültür mirası, yeniden çekim merkezi olmak üzere canlandırıldı.
Emek Sineması ölmekten kurtuldu ama Dorsay’ın sinema köşesini kaybettik bu arada. Onu, yersiz bir kurtarma heyecanına kaptırdık.
Yıkılan binanın yerine yenisi yapıldı. Fakat kıyılan bir kalemin yerine aynısı kolay koyulmuyor.
Paylaş