Paylaş
‘28 Şubat Süreci’nin hoyratlıklarını sulandırmayalım’ diyeceklere ise cevabım hazır.
Evvela, ben başlatmadım.
İkincisi de, biraz şakayla karışık takılmaktan zarar gelmez, az gevşeyin...
Gelelim şamata kısmına, Cumhurbaşkanlığı uçağına ilk binişim.
Erdoğan’ın, iki ayaklı Azerbaycan-İngiltere seyahatine refakat eden gazeteci heyetindeyim.
Aslına bakarsanız, Ahmet Necdet Sezer zamanında bile Kanal 7 kadrosundan istisnasız hepsine çağrıldığım Köşk resepsiyonlarına son yıllarda davet almıyordum.
Kesilen Köşk davetleri henüz yeniden başlamış da değil. O bakımdan kişisel tarihimin 28 Şubat’ı tamamen sona erdi diyemem.
Ama dün Cumhurbaşkanlığı uçağına ilk adımımı atmamla birlikte kısmen bittiği kesin. Artık intifada başlatmama gerek kalmadı.
Bu düşüncelerimi ‘The’ uçaktaki bazı meslektaşlarımla da paylaştım. Tek tek bana hak verdiler, böylece kendimi eylemden vazgeçirmeye ikna sürecim elden bir kaza çıkmadan tamamlanmış oldu.
* * *
Alter egom Bay Deki’yi bilirsiniz, evde bırakmak olur mu, günün anlam ve önemine binaen onu da getirmiştim. En azından onun, ‘The’ uçakta hiç yabancılık çekmemesi gerekiyordu. Fakat baktım, göz aşinalığı bile yok.
Meğer, yeni alınan uçakmış bu.
Türkiye, uçağına kadar yenilenmiş de biz geri kalmışız, kaçırmışız bazı ilerlemeleri.
Bay Deki, bu noktada garip bir telaşla gırgırı kesip en ciddi tavrını takınmasın mı... İki matrak geçecektim, kursağıma dizildi.
İyi niyetimi koruyorum fakat hâlâ, acaba arayı kapatmak için harıl harıl işe koyulması gerektiğinden miydi?
* * *
Onu izlerken, İkinci Yeni dönemine girdiğimizi hatırladım ve İkinci Yeni şiirinin büyük üstadı Sezai Karakoç’un Mona Rosa’sından yanık aşk dizeleri düştü aklıma.
“Zaman ne de çabuk geçiyor Mona...”
Yıllar su gibi akıp gidiyor. Bin yıl sürecekti 28 Şubat, geriye buruk bir tattan başka ne kaldı?
Bugünler de ‘bir varmış bir yokmuş’ hızıyla geçip gidecek, sayılı gün ne de olsa.
Ardında ne bırakacağı mesele.
Başbakanlığa Köşk takviyesi
ERDOĞAN’ın heybetli Cumhurbaşkanlığı forsu altında Başbakanlık makamının ezileceği büzüleceği, küçüle küçüle toz olup önemsizleşeceği söyleniyordu. Bu tez çöktü, Erdoğan’ın kontra bir hamlesiyle darmaduman oldu hatta, tutulacak tarafı kalmadı.
Cılız değil de güçlü ve görkemli bir başbakanlık istemiyorsa ne demeye Çankaya Köşkü'nü , Başbakanlık emrine verecekmiş ki...
* * *
Bakü’den, NATO Zirvesi için Galler’e geçilecek birazdan. Uçakta fırsat olursa Cumhurbaşkanı’na bunu soracağım.
Yeni Türkiye’de kim, niçin, nerede oturacak?
Başbakanlığın Çankaya Köşkü’ne taşınacağını, Cumhurbaşkanlığı’nın da artık Atatürk Orman Çiftliği’ndeki yeni ‘Başbakanlık Kompleksi’nde ikamet edeceğini açıklamıştı. Bu becayişin altındaki mana ve hikmeti sizler gibi ben de merak ediyorum.
Sırrı nedir?
* * *
Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasındaki münasebetler, yeni bir döneme giriyor.
Bütün güç yukarıda toplanacak, aşağısı uydulaştırılacak deniyordu.
Tam tersine, aşağıya fevkaladenin fevkinde bir güç aktarılıyor, o da Çankaya Köşkü.
Güçlü Cumhurbaşkanlığı-güçlü Başbakanlık modeli için bundan daha etkili bir güçlendirme projesi bulunamazdı.
Erdoğan’ın muradı farklı demek ki. Bu yoruma ne diyecek bakalım.
Bakü muhabbetleri
ZEVKLİ adammış ev sahibi İlham Aliyev.
Bir ‘köykent’ten estetik harikası bir Avrupa şehri çıkarmış.
Yolum her düştüğünde Bakü’yü daha bir güzelleşmiş, daha bir zenginleşmiş buluyorum.
Evet petrol gani, doğalgaz gani, bonkörce harcamaya dayanacak bir deli para akışı da var.
Fakat görgüsüzce saçmamış, savurmamış Aliyev. Abartısız bir şıklık yükseliyor şehirde.
Rüküş tek binaya rastlamadım desem mübalağa olmaz. Havaalanından itibaren nakış dokur gibi dokunmuş şehrin mimarisi, göz tırmalayan bir sakillik yok.
Arnavut taşıyla döşettiği ara sokaklarda Roma esintileri hissediliyor ama yapmacıklıktan uzak bir atmosferde.
* * *
Bakü’nün yükselişini konuştuğumuz masada söz dönüp dolaşıp şuna geliyor:
Baba Haydar Aliyev gibi bir vizyoner, rahmetli Ebulfez Elçibey gibi iflah olmaz bir romantiği vaktiyle uzaklaştırıp başa geçmeseydi... Bakü’nün geleceği gene böyle parlak, mimarisi gene böyle göz alıcı olur muydu?
Paylaş