Paylaş
AB karşıtları, sayesinde büyük bir zafer kazandı.
Yabancı düşmanlığı güç gösterisi yaptı, hiç olmadığı kadar palazlandı.
Göçmen fobisi, nefret söylemi, içe kapanmacılık ve tam bağımsızlıkçılık rüyasında bile göremeyeceği bir siyasi başarıya ulaştı.
Pakistanlı Müslüman Sadık Han’ın Londra’ya belediye başkanı seçildiği bir dönemde, AB ve göçmen karşıtlığı İngilizlerden yüzde 52 oy aldı.
Geriye bakınca, ‘Hay ağzıma almaz olaydım o referandum sözünü’ diyor mudur pişmanlıktan? Başını Downing Street’teki 10 numaralı binanın duvarlarına vuruyor mudur Cameron?
***
İngiltere AB’den çıkıyor, kalsın diyenler sandığa gömüldü.
Bu sonucun, AB’den ayrılma taraftarlarında yarattığı coşku ve özgüveni yönetmek kolay olmayacak.
AB yanlıları, mağlubiyet tablosunu önlerine koyup kara kara düşünüyor.
En büyük ders Cameron’a.
Koltuğunu, kariyerini, partisinin birliğini ve ülkesinin AB üyeliğini koruyamadı, hepsini kaybetti.
Eminim dün sabah istifa kararı alırken kendisine söylediği şey şu olmuştur: O ilk tavizi vermeyecektin, Londra Londra’dan yönetilir demeyecektin.
***
2 yıl önce bu sonu görse AB karşıtlarına, yabancı düşmanı İngiliz milliyetçilerine bol keseden rüşvet-i kelam dağıtmaya başlar mıydı yine de?
Bunun yatıştırmak bir yana ‘içe kapanmacı tam bağımsızlıkçılar’ı daha da azdıracağını, iştahlarını daha da kabartacağını bilse girer miydi o yola?
Günü kurtarmak için el yükseltip popülizm yarışına girmek, ters tepebiliyor.
Cameron referandumu almaktan daha sıkı bir tecrübe kazandı, o da referandum resti çekmenin her zaman iyi bir fikir olmayabileceği.
Kendisini, muhafazakâr partisini ve ülkesinin uzun vadeli çıkarlarını riske atmanın parlak bir günü kurtarma stratejisi olmayabileceğini anladı.
***
Bunu öğrenmek pahalıya patladı gerçi, ucuz atlatamadı.
Bundan sonraki hayatında ne işine yarar bilmem ama ağzı fena yandı, aynı hatayı tekrarlamayacaktır.
Bir daha referandum silahını çekerken neyle oynadığını aklından çıkarmayacaktır.
Referandumun her zaman referandum isteyenin yüzünü güldürmeyeceğini hatırında tutacaktır.
Bir daha “İngiltere Londra’dan yönetilir, Strasbourg’dan talimatla yönetilemez” demeye kalktığında döktüğü ecel terleri aklına gelecektir.
Bir daha “İngiltere’nin hangi terör kanunlarını, hangi insan hakları standartlarını uygulayacağına Strasbourg’da oturan hâkimler karar veremez” diyeceği zaman, iki kere düşünecektir.
Yarın öbür gün ‘kontrolü geri al’ sloganıyla karşısına dikilecek AB karşıtlarının kampanyasına yakıt taşıma ihtimalini hiç mi hiç unutmayacaktır.
Esip savurmadan konuşacaktır.
“Bir Avrupa ordusu, bir Avrupa mahkemesi, bir Avrupa devleti istemiyoruz. Sadece baştaki gibi bir ortak pazar istiyoruz” derken AB’den ayrılmayı kastetmediğini daha açık anlatacaktır.
Göçmen karşıtlarını sakinleştirmek için terörle mücadelede ortak bir Avrupa standardına itiraz ederken, işin asla orada kalmayacağını bilecektir.
İngiltere’nin kendine özgü koşulları nedeniyle insan hakları standartlarını esnetmekten söz ettiğinde, bunun göçmen düşmanlığı ve yabancı nefretini nasıl cesaretlendireceğini de hesaba katacaktır.
İngiliz parlamentosu için AİHM kararlarını veto hakkı talep ettiğinde, bunun nerede duracağını iyi değerlendirecektir.
Gerekirse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden çekilmeyi bile tartışmaya açtığında, AB karşıtlarını nasıl havaya sokacağını ölçüp biçecektir.
***
İnsan haklarında ortak standartlar yerine alakart mönüye geçmeyi savunduğunda, dindirmek istediği milliyetçilik rüzgârını daha beter şişireceğini görecek tecrübeye ulaştı.
Artık uçurumun kenarında at koşturma konusunda deneyimli bir başbakan. Maceradan uzak daha tedbirli siyaset yapacaktır.
Bu, Cameron’a ders oldu, müstafi başbakan olarak ne işine yararsa artık.
Paylaş