Paylaş
BİRİKİM dergisi, Ekim 2011 sayısında “İnşaat ya Resulullah” kapağıyla çıkmıştı. Hınzırca bir kapaktı. Türkiye’yi şantiyeye çeviren kalkınma mantalitesini, bütün arızalarıyla birlikte bundan daha veciz özetleyecek iki kelime bulunamazdı.
İnşaat fetişizminden devlet müteahhitliğine, görgüsüzlükten tamahkârlığa, betonlaşmadan imar rantına birçok alt başlıkta enfes işleniyordu konu. Açgözlülük, kabalık, ucuzculuk ve paragözlüğün şehirlerimizi nasıl bir çirkinliğe sürüklediği de anlatılarak tabii.
O kapağın atıldığı 2011’den bu yana işler daha iyiye gitmedi. ‘Estetik ya Resulullah’ gibi, ‘İncelik ya Resulullah’ gibi kapakları hak edecek bir zevklilik, doygunluk, kanaatkârlık ve nezaket baharı gelmedi memleketimize.
Aksine, hoyratlaştıkça hoyratlaştı bizim iklim. Siyasi iktidar mücadelesi, en çirkin binadan bile bin kat daha beter çirkinleşti.
Memleket gündemi en son, sarayın altın klozet kapağı ile sarayın milyonluk iftar sofrası tezviratının arasına sıkıştı. Çırpındıkça batıran bir seviyesizlik kapanı...
Ortada hükümet yok, kurulup kurulamayacağı dahi belirsiz. Meçhule doğru sürükleniyor gemi. Fakat ne iktidar ne muhalefet trollerinin umurunda. Çamur güreşi tam gaz devam ediyor. Ne değişti? Yer, gök inşaattı. Yer, gök çamur oldu. Aşağısı da yukarısı da. Var mı Şark cephesinde başka bir yenilik?
* * *
17-25 Aralık vakası patlak vermeden hemen önce paçozlaşmadan yakınmıştım burada.
Yeni kitabı ‘Beyaz Türkler Küstüler’i tanıtmak için verdiği bir röportajda, Alev Alatlı kullanmıştı ‘paçozlaşma’yı. Şöyle açıyordu içini:
-“Liyakatin ölçü olmadığı, sıradanlığın ve kalitesizliğin hüküm sürdüğü bir durumdur paçozluk...”
-“Paçoz, kendi çıkarları için her yolu mubah sayan, küstah, beş para etmez, sokak kurnazı, zevzek, müptezel, basmakalıp, palavracı, rüküş, hoyrat, içtensiz, pespaye, nekes, terbiyesiz, aşağılık, ahlaksız, kalleş... Dostoyevski ‘Puşlost’ (Poshlost) der...”
-“Topluma musallat olan iblistir paçozluk...”
Ömer Seyfettin’in Efruz Bey tiplemesi, Aziz Nesin’in Zübük’ü gibi bir şeydi kısacası.
Paçoz, her devirde vardı, gerçek hayatta da roman karakterleri arasında da.
Ancak hiçbir devirde bu kadar el üstünde tutulmamış; bilhassa aranan, en ziyade iltifata mazhar kişilik tipi olmamıştı.
Her tuhaflığın şöyle ya da böyle bir açıklaması vardır. Fakat şunun izahı mümkün görünmüyor: Gönlü sağlam iş yapmakta olanın çürük, çarık tiplerle ne işi olabilir ki?
* * *
Emsalsiz bir irtifa kaybı yaşanıyor. Seviyesizleşme, görülmemiş ölçüde prim yaptı. Bulunmaz Hint kumaşı bile paçozluğun bu dönemde gördüğü kadar rağbet görmemiştir.
Bir mahallede olsa gene iyi, bütün mahallelerimiz trol istilası altında.
17-25 Aralık’ta iktidar kavgasının alabildiğine çirkinleşmesi, tarafların aklını başına getirmeye yetebilirdi. Ancak nerede, üstüne başına sıçrayan kirden rahatsız olan kim?
Bilakis daha da aşağı çekti siyasetin seviyesini. 7 Haziran seçimlerine giderken, meydanlarda ‘Sarayın altın klozet kapakları’ iddiası konuşuluyordu. Başka söze gerek var mı?
Seçimden çıktık, iktidar bu kez ortada kaldı, seviyesizleşme kırmızı kart gördü... ‘Belki işin ciddiyeti şimdi anlaşılmıştır’ diye umanlar, yine hayal kırıklığı yaşıyor. Sarayda kurulan iftar masasının kaça patladığı düzeyinden çıkamıyor siyasi çekişme. Biz kap kacak laubaliliğiyle oyalanırken yeni bir hükümet kurulup kurulamayacağı da hâlâ meçhul.
Madem kimsenin sandık tokadıyla uslanacağı, ders filan alacağı yok... Evliya Çelebi gibi rüyaya yatıp ‘Şefaat ya Resulullah’ yerine biz de ‘Seviye ya Resulullah’ diye dilekte mi bulunsak!
Paylaş