Teşbihte hata olmaz

Yavrum manasını bilmediğin şeyi niçin kullanıyorsun?

Haberin Devamı

Benim öğrencilik yıllarımda lisede sistem şuydu: Ortaöğrenimden liseye gelen öğrenci, kendi kararıyla fen veya edebiyat ağırlıklı iki müfredat programından birini seçer, seçtiği alandaki derslerin, seçmediğine oranla daha yoğun tutulduğu bir eğitim görürdü. Ben edebiyatı seçmiştim. Racon şuydu: Daha az matematik, fizik, kimya, biyoloji; daha çok dil, edebiyat, sosyal, psikoloji. Edebiyat sınıflarına eser miktarda matematik ya da diğer ‘sayısal dersleri’ vermeye gelen öğretmenler, biz edebiyatçılara ‘eksik’ öğrenci muamelesi yapar, derslerinde asgari geçer notu yakalamamız dışında üstün bir başarı beklemezlerdi.

BİZ ÇOK S’ÖZELDİK!

Bize gelen fen gurubu öğretmenlerin motivasyonu -haklı olarak- düşük olduğundan, kendilerine edebiyat öğretmenlerimize duyduğumuz türden bir aşk duymamız kolay olmuyordu. Oysa aynı sayısalcı öğretmenlerin fen bölümü öğrencileriyle ilişkisi son derece kuvvetliydi. Onlar da orada popülerdiler. Lisedeki edebiyat öğretmenimi hâlâ sevgiyle anarım ama örneğin fizik öğretmenimin yüzünü ve adını hatırlamakta zorlanıyorum.
Sayısalcı öğrencilerin, eminim yıllar sonra da sevgi ve saygıyla andıkları tatlı-sert bir eğitimciydi Fizik Bey! Adını hatırlayamadığım için bu yazıda kendisi Fizik Bey olarak anılacak. Edebiyat mahallesine galiba haftada hepi topu iki saat ‘dostlar fizikte görsün’ dersine gelir, en az bizim kadar bunalarak o iki saati tamam etmeye bakardı. Fizik Bey, dersin bitmesine yakın tahtaya anlattığı konuyu özetleyen bir problem döşer, sonra bize; “Evet! Var mı bu problemi çözmeye gelecek bir mayın eşeği?” diye sorardı.
Ben de ortaokulda üç sene dersimize girmiş, kalbinden matematik aşkı, elinden -sadece tahtadaki detayları göstermek için kullanırdı- kırmızı tahta sopası eksilmeyen matematik öğretmenim Hulusi Şallıoğlu’nun önerisiyle edindiğim ‘dersi derste öğrenmek’ pratiğim nedeniyle kalkıp problemi çözer, en azından denerdim. Ders sonu fizik problemini çözme becerim cezasız kalmadı ve kısa zamanda arkadaş tayfasında ‘mayın eşeği’ lakabıyla anılır oldum. Hiçbirimiz mayın eşeğinin ne anlama geldiğini sorgulamadık. Arkadaş arasında daha korkunç lakapların uçuştuğu zamanlardı ve ben içerlesem de debelenmeden ‘mayın eşekliğini’ kabullendim.

ORHAN BABA!

Haberin Devamı

Yanağı şark çıbanı, şivesi tatlı, ruhu gül bahçesi Orhan Tekne’ydi edebiyat öğretmenimiz. Bir gün aruz vezni konulu edebiyat dersinde, vezinden darlanan bir arkadaşın “Hocam bu beni aşar, bunu ‘mayın eşeği’ yanıtlasın!” zevzekliğiyle, sert yüzü kalktı ders kitabından. Orhan Hoca gözünü cümlenin talihsiz sahibine dikti ve sordu: “Kimmiş o?” Sesi de yüzü de gülmüyordu. Arkadaş neşesi neticesine kaçarak yanıtladı:
- Ahmet Mümtaz, hocam!
- Mayın eşeği nedir?
- Tam olarak bilmiyorum hocam.
- Ama kullanıyorsun! Bildiğin kadarını anlat!
- Hiç bilmiyorum hocam...
- Yavrum manasını bilmediğin şeyi niçin kullanıyorsun?
- Hocam kötü niyetle değil, hepimiz Ahmet Mümtaz’a mayın eşş…
- E bak yine kullanıyorsun! Otur! “Mayın eşeği” nedir bilen var mı?
- …
- Ahmet Mümtaz, sen biliyor musun?
- Yok hocam, bilmiyorum. Ama sorun değil, misal; biz kendi aramızda oturttuğunuz arkadaşa ‘sığır’ diyoruz. Onu ve sığırları sevmediğimizden değil, kendisi biraz iri olduğu için…
- Doğuda, Güneydoğu’da sınır boylarına, kaçağı ve sınır ötesinden tehditleri önlemek için mayın döşenir. Kaçakla geçinenler sınırı aşabilmek için bu mayın tarlalarının içinden gidip gelmek zorundadır. Canlarından olmamak için önden bir eşek veya katır salar, belli bir mesafe gözeterek peşi sıra yürür mayınlı alanı aşmaya çalışır. Eşek veya katır mayına basar havaya uçarsa yenisini salar, yola devam eder. Mayına salınan o eşeklere denir ‘Mayın eşeği’ diye. Ahmet Mümtaz bu lakabı hak etmek için ne yaptın anlat bakalım.
- “Hocam; Fizik Bey’in dersinde…” diye başlayıp, lakabın hikâyesini anlattım özetle.

Haberin Devamı

DİKKAT TEŞBİH VAR!

Orhan Hoca nerelidir bilmiyorum. Yaşadığından haberim var, Allah uzun ömür versin. Teninin buğday rengini, yüzündeki gül sureti şark çıbanını, şivesindeki tatlılığı hatırlayarak, doğulu veya güneydoğulu olabileceğini düşünüyorum bugünkü aklımla. O gün aruz veznini erteleyip ‘Teşbihte hata olmaz’ ne demektir onu anlattı bize. ‘Teşbihte hata olmaz’ cehlinin yettiği kadar, onu ötekine, öbürünü berikine benzet, nasılsa ‘teşbihte hata olmaz’ demek değildi.
Aksine ‘benzetme yaparken özenli ol, teşbih hata kaldırmaz’ anlamında kullanılıyordu. Öğrendik…
Güzel Orhan Hocamın kuyumcu titizliğindeki öğretme sanatı sayesinde, Fizik Bey’in -kuşkusuz art niyet taşımaksızın- hediye ettiği mayın eşeği- lâkabından kurtuldum. Sonraki lise yıllarında Karşıyaka-Konak seferi yapan şehir hatları vapuruna kafa atarak ‘Çatlak’ lakabını edindim arkadaş tayfasında. Su testisi, su yolunda kırıldı yani.
Bugün “O iki lakaptan hangisini tercih edersin?” diye sorsalar; ‘Mayın eşeği’ni
tercih ederim. Çünkü artık yeterince
tanıyorum kendimi. İşimde de günlük hayatımda da mayınlı alanlara meyyalim. Gerçi mayın eşeğinden bir eksiğim, bir de fazlam var. Eksiğim; gözlerim onlarınki
kadar güzel değil, fazlam var: İtildiğim için değil, seçtiğim için mayın tarlasındayım.
Mayınsız yollar dilerim yine de…

Haberin Devamı

Teşbihte hata olmaz

Edebiyat sınıflarına eser miktarda matematik ya da ‘sayısal dersleri’ vermeye gelen öğretmenler, biz edebiyatçılara ‘eksik’ öğrenci muamelesi yapardı.

Yazarın Tüm Yazıları