Paylaş
Cemal Abi fısıldıyor kulağıma: “Kan var bütün kelimelerin altında / Yaprağını dökecek ağaç yok burada.”
elefonun diğer ucundaki ses Harun Tekin’e ait, “Abi salı günü katılmak isteyen arkadaşlarla Reyhanlı’ya gidiyoruz. Acılı insanlara diğerkâm olduğumuzu göstermeye, dinlemeye, anlamaya, bir günlüğüne de olsa fiziken onlarla yan yana durmaya… ‘İstanbul uzak, biz uzak değiliz’ demeye… Katılmak ister misin?”
“Organizasyon kime ait Harun?” şeklindeki 10 puanlık uzman sorumu soruyorum.
Yanıt: “Katılmak isteyen herkese, sana, bana… Herkes kendi biletini alacak, Hatay’dan minibüs kiralayıp Reyhanlı’ya geçeceğiz.”
Salı sabaha karşı aydınlık yüzlü, genç müzisyen arkadaşlarla havaalanında buluşuyoruz. Uçuş saatini beklerken, elimde kahve bardağı, zor geçecek bir günün zihinsel hazırlığını yapmaya çalışıyorum. Empati kurma konusunda aileden şerbetliyim. Anam babam empatiyi sulu gözlülüğe vardıracak düzeyde içselleştirmiş insanlardı. Şerbetim rahmetlilerden yadigâr. Aklımda Cemal Süreya: “Posta arabalarından söz et bana / Kan var bütün kelimelerin altında”.
YARALIYIM
Hatay’dayız. Bilmem kaç gündür tansiyon döven lodos fırtınasından sonra, yüzüme vuran mutedil sabah esintisine neşeleniyorum, sıcağa aldırmadan. Şehre tepeden bakan cennet bahçesi kıvamında bir yerde kahvaltı edip Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Araştırma Hastanesi’ne geçiyoruz. Patlamalardan ağır yaralarla kurtulmuş yurttaşları ziyaret edeceğiz.
Tedirgin ama misafirperver başhekim, ‘fotoğraf çekmeden ve hastanenin sükûnetini zedelemeden’ ziyaretleri gerçekleştirmemize yardımcı oluyor. Basına yansıyan kadar bilgiyi nezaketle aktarıyor. 18 yaşındaki Suriyeli Zehra Munzur’un odasında nispeten uzun kalıyorum. Hâlâ bitkin Zehra… Kalıcı arazları var. Ameliyata girecek kadar toparlanmayı bekliyor kıpırdayamadan. Antep’te çektiğim eski bir diziden tanıyor beni. Annesiyle ikisinin yüzleri ilk defa gülüyor hastaneye geldiklerinden beri. Sağlıkçılar böyle söylüyor. Tek fotoğrafı -Zehra istediği için- o odada çektiriyorum. Birbirimizin dilini bilmeden, ellerimiz, gözlerimizle konuşuyoruz birkaç dakika. Hastalara, yakınlarına yük olmadan, hallerine tanık olup acil şifalar dileyip ayrılıyoruz yanlarından.
Minibüse doluşuyoruz. 45 dakika ötede Reyhanlı… Cemal Abi fısıldıyor kulağıma: “Kan var bütün kelimelerin altında / Yaprağını dökecek ağaç yok burada”.
DUVARLAR KONUŞUYOR
“28 Nisan’da Antakya ayağa kalkacak”, “Tutuklu öğrencilere özgürlük”, “Roboski”, “Savaşı zenginler ister, yoksullar ölür”, “Her yer Taksim, her yer 1 Mayıs.” Acemice spreylenmiş ‘3 hilal’ler, ‘orak çekiç’ler… Kendi içine yıkılmaya yakın, terk edilmiş tek katlı bir evceğizin yorgun duvarına değiyor gözüm: “Gidecekler.” Kim ki bu gidecek olan gizli özneler? Nereye gidecekler?
İp gibi uzayıp giden Hatay-Reyhanlı karayolu… Yolun efendisi TIR’lara ayak bağı olmamaya dikkat ederek Reyhanlı’nın eşiğine varıyoruz. Yolun iki yanında çadır mahalleler başgösteriyor. Mülteci iklimindeyiz artık. Ülke cüssesinde bir kentte itişmeye programlanmış bir beyaz için Reyhanlı, neredeyse terk edilmiş bir kasaba hissi veriyor ilk bakışta.
İlk görüşme, açık alanda toplanmış bir erkek meclisinde gerçekleşiyor. Kızgın, kırgın ama hâlâ zehirli olmayan bir dille derdini anlatmayı başaran Reyhanlı sakinleri bunlar. Katliamın bağıra bağıra geldiğini, uzun zamandır sınır güvenliğinin bulunmadığını, özellikle patlamalara kadar eli beli silahlı Suriyelilerin çarşılarında serbestçe boy gösterdiğini, -katliamdan beri çok ortalara çıkmıyorlarmış- kasabanın ekonomisinin çöktüğünü, hükümetin mültecilere gösterdiği toleransı kendi halkına göstermediğini, seslerini duyurmalarının engellendiğini, Başbakan’ın ziyareti sırasında kasabayı dolduran ve sayıları 1500’ü bulan güvenlikçinin kaba davranışlarını, kendilerini açıkça yalnız hissettiklerini, dertlerinin dinlenmesi bir yana kötü muamele gördüklerini anlatıyorlar.
BURADA HERKES BİR
Cemal Abi’yi duyar gibi oluyorum kalabalığın arasında: “Ölüm bir kafiye arayabilir / Ak gömleğinde.” Bunu bir tek ben mi duyuyorum acaba?
Bu ve benzeri ifadeler taziye ziyaretleri boyunca yineleniyor. Farklı siyasi tercihlere sahip Reyhanlılılar, birbirini tamamlayan, tekrarlayan tespitlerde bulunuyor. MHP, CHP, BDP’li olduğunu söyleyenlerin tamamı parti tercihlerinin küçük yerlerde büyük kentlerde olduğu kadar derin ihtilaflara neden olmadığını anlatıyor ağız birliği etmişçesine. Hemen hepsi belediye seçiminde AK Parti’ye oy vermiş çünkü. Genel seçimlerde ise farklı partilere.
Biz Reyhanlı’ya kayıpların ve ayıpların dramaturjisini pazara çıkarmak yahut evlatlarını, ana-babalarını, eşlerini, kardeşlerini, komşularını, huzurlarını, ülkelerine güven duygusunu yitiren insanların travmalarını dile dolayarak edebiyat yapmaya yeltenmek için gitmedik. Bir günlük bir ziyaretten toplumsal, siyasal tespit taneleri devşirmeye kalkışacak değiliz. Bizler ne sosyoloğuz ne de siyasetçi. Ancak bir minibüsü dolduracak sayıdaki bizler; Alevi, Sünni, Kürt, Türk, Arap kardeşlerimizin acısına kayıtsız olmadığımızı, yanlarında susarak, acılarını derinleştirmemeye özen göstererek, dinleyerek, zehirli bir dile gönül indirmeden, yargılamadan, ayrıştırmadan paylaşmak üzere oradaydık.
Paylamadan, paylaşarak omuz omuza durmak için. Bir kez daha insanlığın büyük doğrularının, kişisel kıytırık doğrularımızdan daha anlamlı olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak için oradaydık. Dinsel, mezhepsel, siyasal farklılıklara; öteki karşısında kendine averaj sağlayacak kibir makinelari olarak bakılmasını yadırgadığımızı göstermek için oradaydık. Asırlardır çoğunluğu değil, çoğulculuğu ekmeğine katık etmiş bu güzel insanların, ‘çokluk içinde bir olma yokluğu’ çeken yurdumuza, yurttaşımıza ilham vermesini dilerim.
Geceye doğru dönüş yolundayız… Geldiğimizden daha ağır çekiyor bedenlerimiz… Acıyor halime Cemal Süreya Abim sırtımı sıvazlıyor usulca: “Umulmadık bir gün olabilir bugün / Bir çeşme gibi akabilir cumartesi / Çığlığındaki sessiz harfler / Dün gecenin ağırlığıdır damarlarında”.
Paylaş