Paylaş
3 Haziran 2013... Geçmek bilmez işgalci bir biber gazı kokusu genzimde… Gezi eylemi yorgunuyum. Nâzım’ın ölümünün 50. yıldönümünde Şair Baba’yı anmak üzere Moskova’dayım. Cinsini tanımadığım gölgesi şefkatli bir ağacın altında Novo-Deviçye Mezarlığı’nda… Geçen yıl bu vakitler de buradaydım. Bir yağmur indiriyor, bir güneş açıyordu. Yine öyle…
Türkiye’den davetli bir grup sanatçı ve aydın, Nâzım’ın Moskovalı hemşehrileriyle birlikte saygıyla ritüeli izliyoruz. Törenin ev sahibi, Rus Türk İşadamları Birliği (RTİB). Katılımcıların profilini anlamaya çalışanın işi zor. Rusya’da yaşayan Türk işadamları, ellerinde Gezi eylemlerine destek pankartlarıyla ekmeğini bu ülkede kazanan Türk işçiler, uzun yıllardır Moskova’da yaşayan memleketlilerimiz, Rus Nâzımseverler, iki ülkeden basın mensupları… Saygılı, ince ve sündürülmemiş bir anma töreni.
Türkiye’den gelenlerin gözü kulağı törende ama hemen herkesin aklı Gezi Parkı eylemlerinde. Herkes her fırsatta cep telefonlarından Twitter vasıtasıyla gelişmeleri takip edip yeni bilgileri birbirine aktarıyor. Hıfzı Topuz’u izliyorum. İlerleyen yaşına inat şaşırtıcı bir dirilikle pür dikkat dinliyor konuşulanları. Az önce güzel bir konuşma yaptı hazır bulunanlara.
‘BU SABAH SİYAHLAR GİYİP GİTTİ’
Yağmur atıştırmaya başladı, kimsede telaş yok. Yağmur damlaları havada uçuşan polenleri kovalıyor… Dün gece yarısından sonra Gezi eylemlerinde yaşananları konuştuğumuz bir TV programından eve dönerken aşmak zorunda kaldığım barikatlar düşüyor aklıma. Kabataş’ta yoğunlaşmış, polis şiddetiyle öfkeli 90’lıları düşünüyorum. Ağaçlara sarılan, yılmadan yardımlaşan, süratle gaz ve tazyikli suyla baş etmeyi öğrenen, ölçüsüz ve orantısız bir şiddet gösterisine karşı zeki, yaratıcı ve sahiden mizahi sloganlar üreten genç arkadaşları... Annesinin tedirgin ama yumuşak, saygılı bir ses tonuyla “Bu sabah siyahlar giyip okula gitti” dediği 99 doğumlu kızımı düşünüyorum… Güneş açtı yine… Tarifi şiir isteyen harikulade bir toprak kokusu…
Nâzım’ı anma törenlerinin en pür misafirlerinde sıra. Beyaz güvercinler. Büyücek sazdan bir kafesin içinde getiriliyorlar kabrin başına. Güvercinleri nazikçe tutmakta mahir Ali Galip Savaşır özenle tek tek kurtarıp misafirlere uzatıyor ve hep birlikte Nâzım’ın anısına azat ediyoruz beyaz güvercinleri. Novo-Deviçye’den şehre karışıveriyorlar… Herkesin yüzü aydınlanıyor. Çocuklar çığlık çığlığa. Çellistanbul’un dört çok yetenekli çellisti çellolarına davranıyor. Genzimize çöreklenmiş biber gazını unutuyoruz birkaç dakikalığına...
Sonra yine ülke gündemine dönüyoruz. Tatsız haberlerin kasveti hâkim oluyor topluluğa. Ziyaretçilerin siyasi açıdan homojen olmadığını belirtmeliyim. Gezi Parkı’nda toplananlar gibi biraz. Farklı görüşte olanların hemfikir oldukları konularsa az değil; siyasilerin tükete tükete bitiremediği acı dil, siyasetin hızla insansızlaşması, polis şiddeti, şehirlerimizin kimliksizleşmesi, ceberut devlet anlayışının iflası, sandık demokrasisinin yarattığı tehlikeli kamplaşma, ‘dediğim dedik’çiliğin dayanılmaz antipatikliği, ‘apolitik gençlik’ tespitinin isabetsizliği, krizin kötü yönetildiği vesaire.
Yeniden yağmur. Yine pamukçuklar kaçışıyor. Bir beyaz güvercin sürüye katılmamış. Nâzım’ın başucunda, Şair Baba’nın rüzgâra karşı elleri cebinde yürüyüşünün nakşedildiği taş yontuya tünemiş, onun ebedi uykusunu bekliyor. Kuşlar kadar insanoğlu da duracağı yeri bilselerdi keşke.
KORKUYU ÖLDÜRMEK
Gezi Parkı eylemleri kendisinden önceki kitle hareketlerine benzemeyen, özgün ve öğretici nitelikleriyle sosyal-siyasal tarihimizdeki yerini alıyor. Can kayıplarının acısı nispeten katlanılabilir hale geldiğinde, yaralar iyileştiğinde, öfke akla biraz daha yer açtığında, sosyologlar, siyaset bilimcileri olaya fıtratları penceresinden bakarak yorumlamaya başladıklarında -Nilüfer Göle’nin ‘Gezi: Bir kamusal meydan hareketinin anatomisi’ başlıklı enfes dramaturjisinde olduğu gibi- olup bitenler daha anlaşılır hale gelecek.
Gezi Parkı eylemleri haklılığını, enerjisini; korkuyu öldürmüş, biber gazını nefesinde eritmiş, görüşmesi yasak edilmiş ötekiyle yan yana durmaktan kaçmayan, yaşadığı dünyayı kokuşmuş ideolojik argümanlarla okumayı reddeden genç yurttaşlardan alıyor! Onları anlayarak iletişim kurmanın yollarını aramak yerine, onlarla çatışmaya ve iradeleri üstünde vesayet kurmaya kalkışanların kendi döktükleri yaprakları toplama zamanı geldi.
Onlar kendilerinden önceki abilere, ablalara, amcalara, teyzelere benzemiyor. Bu süreçte eski cephelerin ve o cephelerin dilinin katkısı yok. İster yanında ister karşısında konuşlansınlar; hiçbir siyasi örgütlenme -kibirden aklını kaybetmemişse eğer- kendi zardan yelkenini onların rüzgârıyla şişirmeye yeltenmemeli.
Güvercin Nâzım’ın başından ayrılmıyor. Novo-Deviçye’den çıkıyorum usulca, uyuyanları rahatsız etmemeye özen göstererek. Annesi aradı, kızım bugün de sağ salim dönmüş eve. Seviniyorum sevincimden utanarak…
Çocuklar ne kadar güzeller ve hayret, ne çok şey biliyorlar…
Fotoğraf: Murat Şaka
Paylaş