Paylaş
Oto pazarlarına hafta sonunda satışa getirilen otomobillerin müşterisi çıksa da, açık noter olmadığından satış sonuçlanamayabiliyordu.
Belli ki; hafta sonu nöbetçi noterlik uygulaması, ikinci el pazarına ciddi bir hareketlilik getirecek.
Satılan otomobil sayısının artmasıyla satıcı için vergisel riskler de başlıyor ama. Maliye, otomobil satan vatandaşlardan, geçmiş yıllara ilişkin sonradan cezalı vergi isteyebiliyor.
Hali hazırda vergi mükellefi olup araç alım satımı faaliyeti gösterenler için bir şey değişmiyor tabii ki. Onlar zaten kayıtlı olarak faaliyet gösteriyorlar. Şahıslar; gelir vergisi mükellefi olarak, limited ve anonim şirketlerse kurumlar vergisi mükellefi olarak faaliyet gösteriyorlar. Vergi dairesinde ticari faaliyet kaydı olmayan sade vatandaş içinse vergisel riskler devreye giriyor.
Kendi otomobilini ihtiyaçtan veya değiştirmek amacıyla satan için risk yok normalde. Ama, aynı yılda veya birkaç yıl içerisinde satışı yapılan otomobil sayısı arttığında, Maliye’nin radarına takılma olasılığı beliriyor. Radara takılanlara cezalı vergiyle birlikte; geriye doğru vergi mükellefiyeti de tesis ettiriliyor, “Sen aslında bu kadar adet araç satmakla ticaret yapmışsın ve bu satıştan elde ettiğin kazancını da beyan etmemişsin, vergi dairesine de kayıt olmamışsın” denilebiliyor.
Peki, bu konudaki kriterler neler? Aynı yıl içinde vatandaş, kaç otomobil sattığında vergi mükellefiyeti açtırması gerekiyor? Veya; bir veya birkaç yıl içinde, kaç adet otomobil, kamyonet vb. araç alım satımı yapıldığında risk başlıyor? Maalesef bu soruların cevabı vergi yasalarında yazmıyor. Maliye, otomobil satış işleminin ‘devamlı olarak’ yapıldığına kanaat getirdiğinde cezalı vergiyi de istiyor, mükellefiyet tesisini de yapıyor.
Cezalı işlem sonrası vatandaş yargıya da gidebilir tabii ki. Yargı kararlarının; daha çok vatandaşın lehine olduğunu görüyoruz. Ancak Danıştay kararlarında ticari faaliyet yapıldığının göstergesi olarak “alım satımların sayısal çokluğu“ kriterinin “devamlılık” ve “kazanç elde etme amacı” kriterleriyle birlikte değerlendirdiğini de görüyoruz.
Yasada kriterler net olmadığından hangi araç satışlarının ticari faaliyet olacağı konusunda kafa karışıklığı yaşanıyor. Ne kadar sürede kaç adet otomobil vb. motorlu taşıt satıldığında, bu işlemin ticari faaliyet sayılıp vergilendirileceği konusu Gelir Vergisi Yasası’nda somut olarak belirtildiğinde tereddütler giderilecektir.
Aşağıda Danıştay kararlarından üç örnek yer almakta. Vatandaşlar olası cezalı işlemlerle karşılaştıklarında, bu kararlar kuşkusuz yol gösterici olacaktır. Mali müşavir desteğinde bu kararların, kendi durumlarıyla örtüşen ve ayrışan taraflarının ayrıca değerlendirilmesi gerekecektir.
1- Bir faaliyetin ticari faaliyet olabilmesi için, hem alım satımlarda devamlılık ve süreklilik bulunması hem de kazanç elde etme amacıyla yapılmış olması zorunludur. Bu husus ise şüphesiz ilgili dönemlerde yapılan alım satımların sayısal çokluğuna da bakılarak karar verilecek bir husustur. Aksi takdirde bu şartları taşımayan bir faaliyeti ticari faaliyet olarak kabul etmek hayatın olağan akışı ile ticari icaplara da uygun düşmez (Danıştay 4. Daire, E. 2013/9467, Tarih 15.5.2017)
2- 2007, 2008 ve 2010 yıllarında toplam beş adet araç alım satımı yaptığının tespit edilmesi üzerine adına mükellefiyet tesis edilmiştir. Ancak araç alım satımlarının değişik yıllara yayıldığı, kar amacı güdülerek ve bu satışlardan kar elde edildiği yönünde somut bir tespitin bulunmadığı göz önüne alındığında, ticari faaliyetin varlığının en önemli unsurları olan devamlılık ve süreklilik ile kazanç elde etme amacı koşullarının olayda gerçekleştiğini kabul etmek mümkün değildir. (Danıştay 4. Daire, E. 2012/5419, Tarih 27.10.2015)
3- “2003 yılında satın alınan 4 taşıtı, 2004 ve 2005 yıllarında”, “2004 yılında alınan 2 taşıtı, 2005 ve 2006 yıllarında”, “2006 yılında satın alınan 4 taşıttan üçünü 2007 yılında” sattığı ve adına kayıtlı 2 taşıt daha bulunduğu saptanan davacının bu alım-satım faaliyetinden elde ettiği kazancın ticari kazanç olarak vergilendirilmesine ilişkin tüm koşullar gerçekleşmiştir. (Danıştay 3. Daire, E. 2007/3751, Tarih 11.6.2009)
Paylaş