Paylaş
Bazıları sayı da veriyor: 1500 falan diye...
Daha çok da Demokratik Toplum Kongresi odaklı olacakmış bu tutuklamalar.
Yani devletimiz, her başı çıkıştığında yaptığı gibi yine “sertleşecekmiş”.
* * *
Devletimizin “PKK ile mücadele tarihi”, şu türden bir “kısırdöngü”nün tarihidir:
- Ortada hiçbir şey yokken kılını kıpırdatma.
- Kan aktığında ve toplumda bir öfke patlaması yaşandığında hemen Kandil’e hava harekâtı yap.
- Gazeteleri bombardıman uçaklarıyla süsle...
- Ekranları en gelişmiş bombalarla süsle.
- “Özgürlük ortamı”nı, bir susma ortamına dönüştür.
- Söylenmemesi gereken lafların söylenmesini yasakla.
- En kolay hedef olan Kürt siyasetçilerine “katiller” falan de.
- Ardından da bir “tutuklama kampanyası” başlat.
* * *
Oysa bu hükümet, daha en başta “başka bir hükümet” olduğunun işaretlerini vermişti:
Klişelere sarılmıyordu.
Sorunun çözümü için risk alıyordu. Açılım başlatıyordu, ezber bozuyordu.
Bırakın dağa çıkışları engellemeyi, dağa çıkanları bile dağdan indirmeyi hedefliyordu. Silahları susturmayı, barışı konuşturmayı amaçlıyordu.
Temel sloganı da şuydu: Analar ağlamasın.
* * *
Ama işte dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta yine aynı nokta oldu:
- Bir iki şehit haberinde pek etkilenmeme...
- Şehit sayısı artınca bütün gezileri kesip Ankara’ya dönme...
- Toplumda ortaya çıkan öfkeyi yatıştırmak için en keskin demeçler verme...
- Kandil’e hava harekâtı düzenleme...
- Kürt siyasetçilere sövüp sayma.
- Ve en sonunda da “1500 kişi tutuklanacak” türü söylentilerin alıp başını gitmesi.
* * *
Şimdi çıkıp da bana “Peki ne yapılmalı, sen söyle bakalım” derseniz, doğru dürüst bir cevap veremem.
Ama şu cevabı gayet net bir şekilde verebilirim:
Tarihi tekerrür ettirerek hiçbir şey elde edemeyiz.
‘Anladın mı’ denmez, ‘anlatabildim mi’ denir
YENİ Şafak yazarı Hayrettin Karaman, “Tahammül mü, hoşgörü mü?” başlıklı yazısını açıklayan yazılar yazmaya başladı.
İyi de oldu.
Çünkü hocamız, kendini açıkladıkça makule yaklaşmaya başladı.
Ama Hayrettin Hoca’nın hiç vazgeçmediği bir yaklaşımı var.
O da şu: “Ben gayet iyi anlattım ama siz anlamadınız”.
* * *
Büyüklerimiz bize nezaketi öğretirken, “Karşınızdakine ‘anladın mı’ denmez, ‘galiba ben iyi anlatamadım’ denir” derlerdi.
Keşke Hayrettin Hoca da bu temel nezaket çerçevesine dikkat etse.
Nihat Doğan’ın Somali’ye katacakları
BİR: Somali’nin koyunlarının bakışı ile Türkiye’nin koyunlarının bakışı arasında pek bir fark olmadığını kanıtlayabilir.
İKİ: “Hadi yıkalım şu Somali statükosunu” diye haykırarak Somali halkına bir dünya görüşü aşılayabilir.
ÜÇ: Somali halkına “Survivor”da edindiği eşsiz “hayatta kalma” deneyimlerini aktarabilir.
DÖRT: Somali’nin entel kesimlerinde oluşabilecek “Nihat Doğan gitsin, biz aç kalmaya razıyız” türü tepkilere karşı “Nihat Doğan sakal gibidir, kesildikçe daha gür çıkar” cevabını yapıştırabilir.
BEŞ: Somali’de “Kralınız olayım, sorunlarınızı çözerim” tarzı bir balkon konuşması patlatabilir.
ALTI: Somali halkına “Mesele açken tok olmakta değil, tokken aç olmakta benim Somalili kardeşim” tarzı replikler attırabilir.
YEDİ: Somali’deki sorunun bir “sistem sorunu” olduğunun keşfedilmesini dünyaya armağan edebilir.
Çelişkiliyiz dediysek o kadar da değil
GEÇEN akşam arkadaşlarla Atiye Sokak’ta oturuyorduk. Aniden fotoğraf makineleri ve kameralar bize yöneldi.
Her ne kadar Reha Muhtar gibi “gazeteci”nin “artist” muamelesi görmesini yadırgamayanlardan değilsem de bu durumu fazla mesele etmedim.
Ama ertesi gün bir-iki gazetenin magazin sayfalarında bizim fotoğraflar eşliğinde şöyle bir haber gördüm:
“Eleştirdiği Atiye Sokak’ta otururken görüldü”.
Çok tutarlı bir insan değilim. Herkes gibi benim de bin türlü çelişkim var.
Ama bu Atiye Sokak konusunda herhangi bir çelişkinin girdabında da yüzüyor değilim.
Ben Atiye Sokak’ın aşıp taşan masalarını eleştirmiştim. Belediye ve mekân sahipleri bu sorunu çözdüler ve masalar makul sınıra çekildi.Ve böylece Atiye Sokak’ta oturmak bize anamızın ak sütü gibi helal oldu. Arz ederim.
Gömü sanıp deştiler mezarını
BİRİLERİ şair Can Yücel’in Datça’daki mezarına ölüm yıldönümünde şarap dökmüş.
Güya vasiyetiymiş Can Baba’nın...
Her ölüm yıldönümünde yapılırmış bu ritüel.
AK Parti İlçe Başkanı ise “Olmaz böyle şey... Din, iman, gelenek, örf, âdet” demiş.
Ve bu demecin ardından da dün Can Yücel’in mezarı talan edildi.
* * *
Can Yücel’in “Vasiyet” diye bir şiiri var.
Şöyle der:
“Beni kuzum Datça’ya gömün / Geçin Ankara’yı, İstanbul’u / Oralar ağzına kadar dolu / Alabildiğine de pahalı / Örneğin Zincirlikuyu’da / Bir mezar 750 milyona / Ortada kalma tehlikesi de yok / Hayır dua da istemez / Dediğim gibi beni Datça’ya gömün / Şu deniz gören mezarlığın orda / Gömü sanıp deşerlerse karışmam ama!”
* * *
Size bir şey söyleyeyim mi?
Böyle bir şiir yazan adam, şu son hadiseler karşısında sadece ve sadece sunturlu bir kahkaha patlatır, o kadar.
Sanırım biz de öyle yapsak, Can Baba’ya daha yakışır davranmış oluruz.
Bir şey soracağım
HANİ her şehit haberi geldiğinde “Şehitler ölüyor, sen hâlâ kendi havandasın, utanmalısın” geyiğine sarmaya meraklı tipler var ya...
Onlara bir şey demek istiyorum:
Babalar!
Tamam, biz duyarsız insanlarız. Tamam, “şehit haberi” falan takmıyoruz. Tamam, bizim vicdanlar, sizin vicdanlar kadar profesyonel sızlamıyor.
İyi de babalar, söyler misiniz, şehitler ölürken siz bizden farklı ne yapıyorsunuz Allah aşkına?
Yemek mi yemiyorsunuz? Espri yapanı pataklıyor musunuz? Yüzünüzü asıp oturuyor musunuz? Aman eğlenceye girer falan diye çekirdek bile çitlemiyor musunuz? Uyumuyor musunuz? Kendinizden mi geçiyorsunuz?
Bir deyiverin hele: Bizden farklı ne yapıyorsunuz?
Dünkü yazıya bir itiraz
“Devrimci Karargâh Örgütü” davasıyla ilgili dün yazdığım yazıya Sosyalist Demokrasi Partisi’nden bir itiraz geldi.
Aynen yayınlıyorum:
“Dünkü yazınızda ‘Örgütün kurucuları dışarıda, Hanefi Avcı tutuklu gibi bir anlam çıkıyor. Öncelikle bizim serbest bırakılan arkadaşlarımız Devrimci Karargâh Örgütü’nün kurucusu olmakla suçlanmıyor. Böyle bir şey o fantastik iddianamede bile yok. Üyelikle suçlanmakla birlikte, bugün tutuksuz yargılanıyorlar. ‘Suçun niteliği değiştiği’ ibaresiyle. Yani muhtemelen de beraat edecekler.
Devrimci Karargâh Örgütü’nü benimseyen, siyasi savunma veren isimler var ve hâlâ tutuklular.
Hanefi Avcı’nın ise bizimle ve partimizle bir bağlantısı yok. Ne bir kanıt, ne bir görüşme, ne de başka bir iddia var. Dolayısıyla tutuklu kalmasının bizimle bir bağlantısı yok.
Şimdi biz neden Devrimci Karargâh’a ya da Avcı’ya monte edilmeye çalışıldığımızı dahi bilmezken, sizin böyle bir dolayımla yazmanız, bize göre bunca aydır verdiğimiz meşruiyet mücadelesini gölgeleyen bir durum yaratıyor. Sizden ricamız bu yanlışlığı gidermenizdir”.
EKİN BODUR-SDP Genel Başkan Yardımcısı.
Paylaş