Paylaş
Resmen otomatiğe bağlandım.
Rutin teslim aldı beni.
Mesela dün yatarken “Hayır diyenler kaç çeşittir” başlıklı bir yazının maddelerini sıralarken yakaladım kendimi...
Kalktığımda ise “Bülent Ortaçgil gecesinden notlar” başlıklı bir yazı üzerine temrinler yapıyordum.
* * *
Bir yandan da gına geldi.
Mehmet Barlas’ın sinsice laf çakma gayretlerinden...
Fazıl Say’ın muhatabına, bitirim bir minibüs esnafı üslubuyla çemkirmesinden...
“Evet” diyenlerin “Hayır” diyenler üzerinde kurdukları “Evet de lan... Evet de lan...” şeklindeki “demokratik” baskıdan...
Yandaş medyada her gün maruz kalınan hakkaniyetsiz ve mide bulandırıcı yazılardan...
İstanbul’un bir saat içinde her tarafımızı yapış yapış hale getiren kahrolası neminden...
“Sen bilirsin... Referandumda ne çıkar” türü sorulardan...
“Yetmez ama evet” lafından...
Kılıçdaroğlu’na laf edemeyenlerin Erdoğan’a, Erdoğan’a laf edemeyenlerin Kılıçdaroğlu’na yüklenmesinden...
Saflaşmadan...
Yandaş valilerden...
Ve hatta hep aynı magazin şahsiyetlerinin, hep aynı kıyı şeridinde imza attıkları rezilliklerden...
Sanki büyük bir marifete imza atmış gibi, “20 yıldır bu köşeyi hiç boş bırakmadım” diye yazan köşecilerden...
Hepsinden ama hepsinden bıktım.
* * *
Şöyle esaslı bir şekilde arınacağım...
Gazetesiz, televizyonsuz, internetsiz, referandumsuz, yandaşsız ve hatta telefonsuz günler geçireceğim...
Okumadığım kitaplar, seyretmediğim filmler, dinlemediğim albümler beni bekler.
Gidemediğim yerler de...
* * *
Kısacası...
Yazarınız “yıllık izninin bir bölümünü” kullanıyor.
Eğer kullanmazsa...
Yazıp çizeceklerinin “bir delinin hatıra defteri” kapsamına gireceğinden endişe ederek...
Dosta, düşmana duyurulur.
Paylaş