İSTER ‘İlgilendiğin mevzuya bak, yakışıyor mu sana’ deyin, ister ‘Sen bu gidişle Uçan Kuş sitesine yazar olursun’ diye kafa bulun, umurumda değil.
Ne ‘imaj kaygısı’, ne de aşağılanma ya da dalga geçilme korkusu beni engelleyemez.
Her şeyi göze alarak lüzumsuz, hem de nasıl lüzumsuz bir mevzuya dalış yapacağım.
Kendimi büsbütün ‘korunaksız’ da bulmuyorum. Çünkü elimin altında, ‘Tamam, olay kelimenin en olumsuz anlamıyla fena halde magazin ama kardeşim biz de magazin aleminin kendine özgü diline teslim olmuyoruz ki. Yaptığımız Brecht’in yabancılaştırma efekti gibi bir şey’ tarzında epey ‘fiyakalı’ bir gerekçe mevcut.
O halde hiç çekinmeden olaya dalabilirim.
* * *
Efendim mevzu şu:
Şarkılarından hiçbirine kulak veremediğim şarkıcıların başında gelen Ebru Gündeş, bir televizyon programında ‘Ben bu adamın yüreğini sevdim’ diyerek, Hakan Altun adlı ‘müzik dünyasında neye tekabül ettiğini bile bilmediğim’ şarkıcı sevgilisine yönelik duygularını izhar eylemiş.
Ancak bu ilan-ı aşkın üzerinden daha bir hafta bile geçmeden ayrılık vaki olmuş. Tabii ki ‘Nasıl olur? Bu nasıl aşk? Bu nasıl sevda? Yoksa, yoksa... Bütün bunlar reklam mıydı?’ diye şaşkınlığa düşecek denli ‘piyasa’dan bihaber bir saf değiliz.
Bu yüzden işin ‘büyük aşk-ani ayrılık’ tarafını gayet normal kabul ediyoruz, yadırgamıyoruz. Zaten ‘Bütün riskleri ve aşağılanma sıfatları’nı üzerimize alarak mevzuyla ilgilenmemiz ile ‘piyasanın rutini’ sayılabilecek bu ayrılık olayının pek bir ilişkisi yok. Biz daha çok sevdalı yürekleri ayrılığa götüren o ‘eğlenceli gerekçe’ üzerinde yoğunlaşıyoruz.
İşte ‘eğlenceli gerekçe’nin bütün ayrıntıları:
Birbirlerini ölümüne sevdiklerine ikna olan Ebru ile Hakan, aynı eve taşınmaya karar verirler. Ancak bu sevda öyküsünün ‘aşırı septik’ tarafı olan Ebru, ‘yüreğini sevdiği adam’a karşı müthiş bir güvensizlik içindedir. Bu yüzden sinsi ve hain bir planı devreye sokar.
Ayda üç yüz dolar maaş ve iaşe karşılığı -muhtemelen sigortasız- evde çalıştırılan Ukraynalı hizmetçi kızı kenara çeken Ebru, ‘Bana bak! Hakan’a kur yapacaksın, bakalım bana ne kadar sadık, bunu öğreneceğim, hadi iş başına’ diye bir görev verir.
Hakan karşı karşıya bulunduğu bu zorlu irade sınavından bir biçimde haberdar olur, ‘Yetti artık bu Ebru’nun septikliği’ diye isyan eder ve sadakat sınavını içine sindiremeyerek ‘aşık yürek’ rolünden istifa eder.
(Not: Ne yazık ki eldeki verilerde, Hakan’ın ‘Ebru’nun sinsi planı’nı nasıl öğrendiği konusunda hiçbir ipucu yer almıyor.)
Böylece ‘devlerin aşkı’ mutat olduğu üzere çabuk biter.
* * *
Benim için son günlerde ‘Hiçbir şeyi beğenmiyor’ filan diye tezvirat yapanlara duyuruyorum:
Bakın, işte bu olayı acayip tuttum. Çünkü Ebru’nun ‘sinsi planı’, bana çoktandır unuttuğumuz bir geleneğimizi anımsattı.
Hani henüz süpermarketler bu kadar çoğalmamışken, bakkal amcaların, işe yeni başlayan çıraklarını denemek için yere 10 kağıt düşürerek yaptıkları bir test vardı ya... İşte o geleneği anımsadım ve gülümsedim.
Ve sonra da tabii ki uzaklara dalarak ‘İyi ki bu dünya bana ırak’ diye şükrettim. Sağolasın Ebru... Sağolasın Hakan...
Beni hem güldürdünüz, hem de düşündürdünüz. Allah da sizi hem güldürsün, hem de düşündürsün...
‘Kasa’ya kutlama
TELEVİZYONLARDA türbanlı kadınlara sadece ucuz varoş eğlencelerinde ve ‘Kadının Sesi’ tarzı programlarda rastlıyoruz. Eğitimli türbanlı kadınlara ise ne yazık ki ekranlar kapalı. Tam buna alışmıştık ki geçenlerde bu konuda ezber bozan bir gelişme oldu. Kenan Işık’ın sunduğu, Kanal D’de yayınlanan ‘KASA’ adlı programda yarışmacılar arasında türbanlı bir kadın da yer aldı. Türban sorununun ancak normalleşmeyle çözüleceğini söylüyoruz ya, bana göre işte bu olay ‘normalleşme’ye katkıdır. ‘KASA’yı kutluyorum.