YAŞAR Kemal yıllar önce Çukurova’dan İstanbul’a geldiğinde bir gazetede iş bulmuş ama ‘Babıáli’nin oyunu çoktur, ne olur ne olmaz’ filan diyerek tutmuş Sirkeci’de bir de arzuhalci dükkanı açmış...
Şöyle bir görüntü gelsin gözümüzün önüne:
Eski tip bir daktilo...
Yaşar Baba tıkır tıkır çalıştırıyor daktiloyu...
Gündüz ‘arzuhal’ yazıyor, gece ‘İnce Memed’...
Fonda ise ‘Kátip arzuhalim yaz yare böyle’ türküsü...
İşte böylesine destansıdır bizim Yaşar Kemal...
***
Ama işe bakın ki yıllar önce ‘Babıáli’nin oyunları’na karşı önlem almak zorunda kalan Yaşar Kemal, hálá kendi ülkesinde ‘tetikte’ olmak durumunda.
Bu memleket böyledir işte...
Romanları kuşakları etkileyen bir yazar olsa da..
‘Umut’ gibi güzelim sözcüğü Türkçe’ye kazandırsa da...
Kitapları Fransa’nın en ücra köy kütüphanelerinde bulunsa da...
‘Ak káğıt üstünde’ tanınan bir adam olsa da...
Herhangi bir Avrupa ülkesinin sokaklarında yolu çevrilip ‘Siz meşhur Türk romancısı Yaşar Kemal değil misiniz?’ şeklinde sorulara muhatap olsa da...
Durum hiç değişmez...
Yaşar Kemal’e rahat yoktur...
Hep tetikte, hep dikkatli, hep savunmada olacaktır.
Ve hep ‘tetikte’ olmayı salık verecektir.
İşte kanıtı:
Geçen gün karşılaştığımızda ilk sözü şu oldu:
‘İyi gidiyorsun, dikkatli ol.’
***
Yıllar önceydi...
‘Gruplar üstü entellektüel’ havalarında dolaşırken köy enstitüsü çıkışlı yaşlı komşumuzun evindeki kitaplıkta bulduğum ‘Sarı Sıcak’ı, can sıkıntısından okumaya başladığımda çarpılmıştım.
Efsanelerden kovulmuş ruhum yeniden aslına dönmüştü sanki.
Sonrası geldi...
‘Demirciler Çarşısı Cinayeti’, ‘Ölmez Otu’, ‘Yılanı Öldürseler’ ve tabii ille de ‘İnce Memed’.
‘Yarpuz’ diye bir sözcüğü öğrendim.
‘Anavarza’yı, ‘Akçasaz’ı bildim.
Bir kez daha anladım su insanı boğar, ateş de yakarmış...
Dilimi sevdim, halkımı anladım, doğaya döndüm.
Düşmanın bile mağrur olduğu zamanlardaki zarafeti ve güveni kavradım.
Ama sonunda belki de türlü ideolojik nedenlerle Yaşar Kemal defterini küstah bir edayla kapatıverdim...
***
Ta ki ‘Karıncanın Su İçtiği’ adlı kitaba kadar...
Okumaya başladığımda şaşırtıcı biçimde ‘Postmodern metinlerin kirlettiği zihnim’in temizlendiğini fark ediverdim...
Sonra da büyük bir ‘yaz temizliği’ için ‘Bir Ada Hikáyesi’ serisinin diğer iki kitabını da ‘Bitmesin’ temennileriyle sular seller gibi okudum.
Ve şu kararı verdim:
Yaşar Baba bu memleketin birbirine en uzak kesimlerinin bile ortak paydasıdır.
Yani Yaşar Kemal Türkiye’dir...
***
Ama işte eğer ‘Yaşar Kemal Türkiye’dir’ diyorsak, 2005 yılında ona getirilen sansürü de anlayışla karşılamamız gerekir...
Çünkü Türkiye böyle bir memlekettir.
Koca koca adamların kendilerini ‘Bu nasıl baş bağlama’ türküsüne vurup ciddi ciddi tartıştıkları bir memlekette adı Türkiye ile özdeşleşmiş efsane yazarın sansüre uğramasından daha doğal ne olabilir ki?
Bu nedenle sansür hikayesinin Yaşar Kemal’i hiç şaşırtmadığından eminim.