Paylaş
- BİR: Statükoculuğu...
- İKİ: Çözümü çözümsüzlükte aramayı...
*
Şimdi Rauf Denktaş’ın koltuğunda Mustafa Akıncı diye biri oturuyor.
*
İki özelliği var Akıncı’nın:
- BİR: Statükoyu yıkma adına süper tavizci bir tutum içinde.
- İKİ: Çözüm adına neredeyse anahtarları teslim edecek.
*
Hakkaniyetli bir barışı, adil bir çözümü savunmak yerine...
- Verelim kurtulalım.
- Verelim barış gelsin.
- Verelim güneş açsın.
Görüşünü savunuyor.
*
- Milim taviz vermeyerek.
- Zerre esnemeyerek.
- Çözüme santim yaklaşmayarak.
Canımızı sıkardı Rauf Denktaş.
*
Ama şu Mustafa Akıncı’nın...
Haysiyetten ve şahsiyetten uzak süper vericiliğini görünce...
Denktaş’ın canımızı sıkan o ödünsüz tutumunu büyük bir hasretle arar olduk.
*
Ve biz artık şuna benzer şeyler mırıldanıyoruz:
*
“Lefkoşa’nın taşına bak/Gözlerimin yaşına bak/Uyan uyan ey Rauf Denktaş/Şu feleğin işine bak.”
EVET, YİNE KILIÇDAROĞLU İLE UĞRAŞTIM AMA SOR NEDEN?
İÇERİDE, dışarıda bin türlü sorun var. Konuşulacak onca konu var. Ele alınacak bir sürü mesele var. Yapılacak bir dolu çıkış var. Dile dolanacak tonla mevzu var.
*
Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun uğraştığı şey ise şu:
*
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar’daki karşılama sırasında çekilmiş bir fotoğraf karesinden hareket ederek... “Erdoğan eğildi” diye ortalığı birbirine katmaya çalışıyor.
*
Üstelik görüntünün tamamını izlememiş... Üstelik yaptığı saptama fevkalade tartışmalı... Üstelik bir anlık kareden yola çıkarak yapıyor bunu... Üstelik istenildiğinde kendisinin fotoğraf kareleri üzerinden de benzer çıkarımlar yapılabilir...
Bütün bunları bildiği halde yapıyor bunu.
*
Tekrar başa dönüyorum:
İçeride dışarıda bin türlü sorun varken... Konuşulacak onca konu varken... Ele alınacak bir sürü mesele varken... Yapılacak bir dolu çıkış varken... Dile dolanacak tonla mevzu varken...
Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Eğildi/Eğilmedi” muhabbeti yapması...
Türkiye’deki koskocaman muhalefet boşluğunun tipik bir göstergesi.
*
“Yine Kemal Kılıçdaroğlu ile uğraşmışsın” diyecek olanlara peşin cevap:
Yok yahu! Kemal Kılıçdaroğlu ile uğraşmıyorum ben... Benim derdim Kemal Kılıçdaroğlu ile değil.
*
Ben istiyorum ki...
Güçlü bir muhalefet olsun... İktidar dengelensin... Muhalefetin gücü artsın... İktidar kendisini denetim altında hissetsin.... Muhalefet silkinip kendine gelsin... İktidar, iktidarını kaybetme endişesi yaşasın...
Falan...
*
Uğraştığım şey işte tam da budur ve bundan ibarettir.
ÖYLE SÖYLEMEYECEĞİM
- Abuk sabukluklar karşısında “Ruh hastası yaaa” dediğim olur.
- Tutarsızlıklar karşısında “Şizofren midir nedir?” dediğim olur.
- “Dengesize bak! Tam bipolar” dediğim de olur.
- “Otistik misin kardeşim” dediğimde olur ara sıra bazı bazı.
Şu andan itibaren hepsinden vazgeçiyorum.
*
Beni buna iten bir kampanya oldu:
*
Abdi İbrahim Otsuka ile Şizofreni Dernekleri Federasyonu’nun 5 yıldır sürdürdüğü ‘Öyle Söyleme’ kampanyası...
Bipolar Yaşam Derneği, Türk Nöropsikiyatri Derneği, Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği’nin de destek verdiği bir kampanya bu.
*
Ben dilimi düzeltiyorum, lütfen siz de düzeltin.
HALKIMIZ TARİKATLAR DENETLENSİN DİYOR
OPTİMAR’ın araştırmasında yer alan soru ve cevap aynen şöyle:
Cemaat ve tarikatları denetleyen bir üst kurum olmalı mıdır?
Evet: Yüzde 65.9
Cevap yok/Fikri yok: Yüzde 17.4
Hayır: 16.7
MİLLİ ÖZELLİKLERİMİZ
- Milletçe arabalarımızı çok ama çok seviyoruz. O kadar ki... Arabamıza verdiğimiz dikkati koronaya verseydik şimdiye olay bitmişti.
*
- Bir dizi-filmde deli rolü yapan oyuncunun acayip sıkı bir oyuncu olduğunu düşünüyoruz. “Deliyi oynamak kolay, önemli olan akıllıyı oynamak” sözünü hiç aklımıza getirmiyoruz.
*
- Bütün bir millet olarak unutmuşuz “Fikrimin İnce Gülü” adlı muazzam şarkıyı... Ancak bir dizide işittiğimizde aklımıza geliyor.
*
- Gülmeyi, şakayı, espriyi falan... Gayriciddilik sanıyoruz. Asık suratlılığı ise vakar olarak yorumluyoruz. Gülerek çalışmak, espri yaparak üretmek, şakalaşarak ilerlemek gibi bir anlayışımız yok.
-
- Apartman dikmek, bizim milli sporumuz. Her yere apartman dikiyoruz. Karadeniz’in güzelim tepelerine bile “köy evi” niyetine apartmanlar konduruyoruz.
ESKİMİŞ, YORGUN ŞEYLER
- NOBEL mesela... Her şeyiyle nasıl da tükenmiş bir kurumsallık!
- CHE üzerine tartışma yürütmek mesela... Ne bayat bir mevzu!
- İNGİLİZCE üzerinden hava atmak. Ne yorgun bir kompleks!
- BARIŞ mesela... Saldırgan koruyuculuğuna dönüştürerek nasıl da bitirdiler!
- ALİ EDİZER mesela... Üç günde nasıl da bayatladı, eskidi, köhnedi!
Paylaş