BIKTIM ÇÜNKÜ... İslami kesim adını verdiğimiz "camia"ya mensup insanların, icabında İslam dininin her türlü kesin ilke ve emrinden ödün üstüne ödün verirlerken... Bir tek "baş örtme" konusunda titizlenmelerini fena halde can sıkıcı buluyorum.
BIKTIM ÇÜNKÜ... İşçi hakları, sosyal eşitlik gibi konularda en küçük bir heyecan belirtisi göstermeyen memleketimizin "sosyal demokrat" olma iddiasındaki partisinin liderinin, bir tek türban konusu açıldığında aşırı derecede heyecanlanmasını fena halde komik ve trajik buluyorum...
BIKTIM ÇÜNKÜ... "Üniversite çağına gelmiş bir insanın kılık kıyafetine müdahale edilmesi ayıp değil mi?" şeklindeki basit mi basit insani önermeyi, üniversite bitirmiş koskoca insanların bir türlü benimseyememesine fena halde ifrit oluyorum.
BIKTIM ÇÜNKÜ... Bu zamana kadar hep "Türban farklı / Başörtüsü farklı" şeklindeki tuhaf tezi ağızlarına sakız yapanların, Meclis’ten çıkan "Türban yasak / Başörtüsü serbest" şeklindeki iyi / kötü çözüm şeklini dillerine dolayıp kafa yapmalarına fena halde kafayı takıyorum.
BIKTIM ÇÜNKÜ... Memleket elitlerinin ve okumuş yazmışlarının bütün dertlerinin, "Aman Batılı görüntümüz bozulmasın" olduğunu fark ediyorum ve bu duyguyu fena halde ezik buluyorum.
BIKTIM ÇÜNKÜ... Nefesim tükendi... Mürekkebim kurudu... Söyleyeceklerim bitti... Ancak buna rağmen kimseye laf anlatamadığımı fark etmekten kaynaklanan bir büyük hayal kırıklığı besliyorum...
Hiç olmamış bir film
OLANCA iyi niyetimle gittim Çağan Irmak’ın "Ulak" adlı filmine... Fakat! Heyhat!
Bu orta mektep müsameresine, bu "çakma" Shakespeare’yen öykünmeye sadece 20 dakika dayanabildim. Oysa...
"Babam ve Oğlum" adlı filmin tüm kusurlarını, kendimce tolere edebilmiştim.
Belki de "Babam ve Oğlum"un, hayli iddiasız ve alçakgönüllü bir şekilde vizyona girmesi etkilemişti beni...
O filmin başarısı, biraz seyredenlerin seyretmeyenlere propagandası, biraz da burunlarından kıl aldırmayan koca köşe yazarlarının, "Bir ağladık... Bir ağladık... Olmaz böyle şey" havasındaki gazlamalarıyla geldi...
Sürpriz bir şekilde seyirci rekoru kırmıştı "Babam ve Oğlum"...
İşin bu "sürpriz" kısmı, filme yönelik bir "sempati halesi"nin oluşmasına yol açmıştı.
O naif, o kırılgan, o işin puştluğuna fena halde yabancı Çağan Irmak kardeşimiz bile, şaşıp kalmıştı filminin bu kadar iş yapmasına...
Sonra? Sonrası "tatsız bir beklenti" haline dönüştü... Ulusal "abartma" hastalığımız bir kez daha devreye girmişti...
Herkesin ağzında aynı cümle vardı: "Çağan yeni bir film çekecek ve yine herkesi kendine meftun edecek..."
Çağan da bu havaya kaptırdı kendini...
Yeni filminin hikáyesini kimselere anlatmamalar, film setine seçmece gazeteciler sokmalar, "Film için bir köy inşa ettik birader, daha ne olsun" diye hava atmalar falan...
Masumiyet zedelenmişti yani... Ama ben başta da söylediğim gibi...
İyi niyetimi koruyarak gittim Ulak’a... Ve filmin daha ilk dakikalarında sıkılmaya başladım...
İçine giremiyordum filmin...
Hikáye olmamıştı... Oyunculuklar Yıldız Kenter abartısındaydı... Tiratlar gerçeklikten uzaktı... Kutsal metinlere yapılan göndermeler oturmamıştı... Pek bilmiş mesaj verme çabaları sonuçsuzdu... Masalsılıktan ziyade müsamere havası vardı filmde... Yönetmenin aklı müthiş karışıktı...
Velhasıl ilk 20 dakikasına bile zor katlanılır bir filmdi seyrettiğim...
"Naif" Çağan’a kıymak istemezdim ama maalesef yalın ve acı gerçek budur.
Ve maalesef dost acı söyler...
Celal Şengör’ün tuhaflaşmasına dair
HEP papyon takıyor... Bilemiyorum siyasal bir maksadı var mı? Yüzünü değişik bir şekilde saran sakalları, benim sakallarım gibi "tarafsızlık" iddiasında mıdır, yoksa simgesel bir değer taşıyor mu? Bunu da bilemiyorum... Ama bildiğim bir gerçek var:
Celal Şengör Hoca, uluslararası değeri tartışılmaz bir bilim adamıdır...
Boru değil, uluslararası bilim çevrelerindeki havası bin beş yüzdür...
Ama onun bu bilimsel forsu, başka alanlarda yaptığı tuhaflıklara ses etmeyeceğimiz anlamına mı gelecek?
Jeoloji alanında haklı olarak elde ettiği "Söz söylenmez sözüm üstüne" şeklindeki muhteşem kudreti, mesela "türban" konusunda, mesela "sivil / asker ilişkileri" konusunda, mesela "rejim" konusunda da geçerli olacak mı?
Jeoloji alanında "padişah" olan bu hocamız, otomatikman "türban" konusunda da padişah mı olmaktadır?
Neyse...
Celal Şengör ile ilgili beni asıl meraklandıran olgu şudur:
Bu hocamız ülkemizi yakan o talihsiz deprem olayıyla birlikte memleket gündemine girmeye başladığı ilk günlerde şöyle bir profil çiziyordu:
Tatlı, sosyal, cana yakın, sempatik, farklı, esprili, rint meşrep...
Hatta o kadar ki, binlerce kişinin öldüğü o talihsiz deprem günlerinde, "Ben sarsıntı anında orgazmik zevk duyarım" diyebilecek kadar pervasızdı.
Ama işte çok geçmeden o cana yakın, o esprili, o pervasız, o sempatik adam gitti... Yerine Nur Serter’in erkek versiyonu bir adam geldi...
Feci şekilde ideolojik! Gün geçtikte daha çok Vural Savaş’laşan bir adam...
"Türban serbest olursa üniversitelere kilit vururuz" diyor... "Askerler telefonla aradığında bile hazır ola geçerim" diyor... Diyor da diyor.
Biraz Kemal Alemdaroğlu, biraz Sabih Kanadoğlu ve hatta biraz Bedri Baykam...
Celal Şengör’ün aldığı yeni kıvam budur...
Kısacası, bir tuhaflık oldu olmasına ama neden oldu hálá anlayabilmiş değilim.